20.5 C
İstanbul
Pazartesi, Mayıs 26, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 40

‘Tango Rüzgarı’ Konserde Esti

Ölümsüz olan sanatın, yaşamını yitirmeyen müzik türü tango, gerek klasik, gerek modern biçimleriyle son yıllarda yine dünyayı sarmakta. Ülkemizde de özellikle İstanbul’da birkaç yıldan beri tango etkinlikleri konusunda olumlu bir hareketlenme görülüyor.

 Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yıldönümünü kutladığımız günümüzde, müzik alanımızda tango önce ”Batı’ya açılan pencere” deyimiyle İstanbul’da özellikle Beyoğlu’nda kaliteli eğlence yerleri, oteller, balolar ve düğünlerde sesini duyurmaya, sonra İzmir ve Ankara’dan yayılmaya başlamıştır.

Ölümsüz bestecimiz Necip Celal Andel’ in (1908-1957) bestelediği ilk Türk tangosu ”Mazi” ile, 1928 yılında ülkemizde ”tango yaratıcılığı” sayfası açılmış sayılır. Ve tango, bestecilerimiz, söz yazarlarımız ve yorumcularımız ile sevilir ve yerleşir…

‘Tango’ nun ülkemizde önem kazanması ve etkinliklerin oluşmasında büyük hizmeti olanların başında, araştırmacı, bilgin ve program yapımcısı, aynı zamanda Arjantin Tango Akademisi üyesi, dostum Fehmi Akgün ‘ü övgüyle sayarken aynı zamanda tango için uğraş ve gönül verenleri de unutmamak gerekir. Bu yolda, yıllardan beri özveriyle emek veren ve tango konserlerinin gerçekleşmesinde öncü olan sanatçı ve ayrıca ENKA’nın yöneticisi Eşref Denizhan , basbariton sesiyle 1952 yılında verdiği ilk konserden sonra 1998’e ulaşan başarılı konserlerinin yanı sıra, özellikle 1995 yılında başlattığı ”Arjantin’den Avrupa’ya Tango” adıyla düzenlenen konserleriyle tangonun ölümsüz eserlerini yaşatmaktadır. Bu konserlerde Eşref Denizhan’a piyanoda tanınmış piyanist Sergey Gavrilov eşlik etmektedir. Programdaki yabancı tangoların Türkçeye çevirisini şair Nükhet Hayriye Gökaltay şiirleştirmekte ve sunmaktadır.

Bu ilginç ve kaliteli müzik açısından değer taşıyan konserlerden biri ”Borusan Kültür ve Sanat Merkezi” ile ”İtalyan Kültür Merkezi” nin işbirliğiyle düzenlendi ve İtalyan Kültür Merkezi (Casa d’İtalia) konser salonunu dolduran müziksever, seçkin izleyiciler tarafından coşkuyla alkışlandı. ”Tango Rüzgârı” adını taşıyan ve ”Arjantin’den Avrupa’ya Tangolar” ı içeren bu konserde solist olarak basbariton Eşref Denizhan’a piyanoda Sergey Gavrilov eşlik etti. Yabancı tangoları şiirsel bir anlatımla dilimize çeviren ve sunan Nükhet Hayriye Gökaltay idi. Bu konserin programının ilk bölümü Arjantin tangolarına ayrılmıştı. Bu bölümde Gardel’ in bestesi ve Alfredo Le Pera’ nın sözleriyle ”Mi Buenos Aires Querido”, Edgardo Donato’ nun bestesi, Carlos Lenzy’ nin sözleriyle ”A Media Luz” , J. De Los Heyos’ un bestesi ”Vision”, C. Gardel’in bestesi, Battistella ve Le Pera’ nın sözleriyle ”Melodia de Arrabal”, Collazo’ nun bestesi ”Mama Yo Ouerio Un Novio”, benim 9 yaşında bestelediğim ve 1974’te kaybettiğimiz eşsiz müzisyen Orhan Avşar’ a armağan ettiğim Tango, Sanders’ın bestesi ve Vedani’nin sözleriyle ”Adios Muchachos”. İkinci bölümde Avrupa tangoları sayılan ”Je t’ai promis une chanson”, ”Tango Notturno”, ”Ayrılık”, Necip Celal’ in bestesi ”Kimse Sevgimi Bilmez”, ”Jealousy” ve Atahualpa Yupanqui’ nin ”Arabamın Dingilleri” seslendirildi. Böylece, kulaklardan silinmeyen ölümsüz tangolar yaşandı…

SELMİ ANDAK

Cumhuriyet Gazetesi 10.10.1998

Tango Passion

‘Mydonose Showland’ kuruluşu, organizasyonu, yetkilileri, çalışanları ve Volkswagen ‘in katkılarıylasanat etkinlikleri alanında yine çok önemli, hatta olağanüstü denilebilecek bir olayı gerçekleştirdi; Dünyaca ünlü ‘Tango Pasion’ adlı gösteriyi..

Müzik ve Dans alanında Tango’nun dünyada sayılı ve en başarılı orkestralarının başında ge len Jose Libertella ve Luis Stazo yönetimindeki ”Sextete Mayor” eşliğinde, tangonun hem geleneksel, hem çağdaş ve modern figürlerini, orijinal danslar içeren gösterilerle sunan sanatçılar, sanatsever izleyicilere büyüleyici bir atmosfer yaşattılar… ‘Tango Pasion’ topluluğunun orijinal tasarım ve yönetimi Mel Howard , koreografileri Hector Zaraspe , müzikal yönetim ve aranjmanları Jose Libertella ve Luis Stazo, dekorları Ricardo Carpani , kostümleri Lucio Galano , dijital tasarımı Shelley Eshkar , görsel-işitsel yönetimi de Ruth Schell tarafından yapılmış. Sexteto Mayor Orkestrası, Jose Libertella ve Luis Stazo (bandoneonlar), Mario Abramovich ve Eduardo Walczak (kemanlar), Oscar Palermo (piyano), Osvaldo Aucilino (kontrbas), Jorge Orlando (vurmalı çalgılar), Anibal Gluzman Becker (klavye)… Ve birbirinden güzel, birbirinden fark edilemeyecek kadar başarılı ve deneyimli dansçılar… Aynı zamanda orkestra eşliğinde en dokunaklı, anlamlı melodileri (ezgileri) içeren ve yorum gerektiren sözlerden oluşan tangoları seslendiren şarkıcı Guillermo Galve … İşte ‘Tango Pasion’ .

Müzik dünyasında ‘tür’ ler arasında en kalıcı, en yaşayan, ölümsüz müzik ‘tango’ dur. Şöyle ki, tango, yaratıldığı günden günümüze kadar ve yarınlara kuşkusuz uzanışıyla ‘klasik’ ten ‘modern’ e gerek öz, gerek biçim ve stil açılarından yapımını bozmamıştır. Tango ezgilerinde duruma ve dayandığı konuya göre ister duygusal, ister dramatik, yavaş ya da hareketli olsun, tangonun kendine özgü karakteri, niteliği daima etkisini sürdürür. Bu sağlam ve sanatsal karakterin etrafında çeşitli ve değişik ezgiler ve ritimler ile tango aynı zamanda yeniliklere açık bir türdür.

Şimdi, tango konusunda önemli bir noktaya, sırası gelmişken değinmek istiyorum. Konu, yıllardanberi sürüp giden ve asla kesin olarak yanıt bulamayan şu soruyu içeriyor: ”Tango, sadece seslendirilmiş bir müzik olarak, aşka, tutkuya dayalı bir düşünce midir” , yoksa ”bir kadın ile bir erkeğin, aşkın dayanılmaz duyguları ve tutkusu içinde birbiriyle bütünleşerek, o sırada çalan Tango’nun etkisinde dansla kaynaşması mıdır?” . Hatta, özetle: ”Tango, dansla sevişme midir?” Ne dersiniz? ”Tango dinlenir mi, yoksa dans mı edilir? Bence, her iki durum da, birbirine aşkla sarılmış bir tutku, bir duygu selidir.. Tango budur.. Bu konuda, çözülmesi zor olan ve yıllarca süren farklı düşüncelerin ve hatta tartışmanın yanıtını, yanılmıyorsam en güzel ve doğru olarak ‘Tango Pasion’ gerçekleştiriyor. Özellikle Carlos Gardel ‘den Astor Piazzola ‘ya uzanan en değerli, usta bestecilerin müziklerini en uygun ve başarılı koreografilerle yaratılan danslar ile sahnede yaşatan ‘Tango Passion’ un gözlerimizden ve kulaklarımızdan silinmeyen sanatçıları… Bravo. Teşekkürler ‘Mydonose Showland’…

SELMİ ANDAK

Cumhuriyet Gazetesi 18.11.2000

Bazı Danslar Bazı Yaşları Bekler

Eskiden ağzının üzerine siyah bir martı konmuş gibi duran bıyıkları olan, sonra herkesi endişelendiren maceralarını yaşamak için, martıları kesip çok uzaklara giden bir adam bir gece böyle demişti. Ardından da eklemişti:

“Ayaklarıma bakma; tuzağa düşersin. Göğsümü izle! Göğsüm kuracağım tuzağı ele verecektir. Tangoda ayaklar bir ayrıntıdır! Bu, tuzakların dansıdır.” 

Sonra bir gece bütün kadınlarla dans edip, her birini tuzaklara düşürüp… Bununla yetinmeyip Tom Waits çalarken bir adamla gitgide daha çok erkekleşerek, sanki sonu ölümle bitecekmiş gibi tango yapıp… Martıları alıp sonra, yine çok uzaklara gitmişti.

Tekinsiz danslar

Zaman geçti. Birbirlerini ayaklarına bakarak, etamin işler gibi tango yapanları gördüm. Tuzak kurmayı beceremeyen adamlar, kurulamayan tuzaklarla cebelleşen kadınlar gördüm. Evli çiftlerin ehlileştirilmiş tango dersleri için birbirlerini hırpaladığını, çoktan ele geçirilmiş, teslim olmuş kadınların, kurulmaktan çoktan vazgeçilmiş tuzaklara düşmemeye çalışıyormuş gibi yaptığını gördüm. Bu “pis” dansı, “temizlemeye” çalıştıklarını seyrettim. Bütün bu ehlileştirme çabalarına rağmen her tango dersinin tekinsiz hikayelerle son bulduğunu duydum hep. Tangonun “bir -ki üç” diye öğrenilse, “temizlense” bile tekinsiz bir şey olduğunu…

Tuzakların insanları

Oysa bazı danslar, bazı yaşları bekler. Birine, hiç yüzüne bakmadan bir şey diyebilmek için biraz ihtiyarlamalıdır insan. Tuzaklar oyununu sürdürme sabrı için biraz yaş almalıdır. Ayaklar, birbirine dolanmadan bir sabır oyununu devam ettirmek için kimi yollardan geçmiş olmalıdır. Bu kadar efendice kederlenmek, bir keder dansı yapmak için çalçene acılardan geçilmiş olmalıdır. Bir şeyi çok isteyip de yapmamayı bilmek gerekir tangonun “olması” için. Tango istemek ve istediğini belli etmemek dansıdır biraz.

İstemek ve istediğine yaklaşmamakla ilgili.

Denizcilerin Arjantin meyhanelerinde “kötü” kadınlarla beraber yarattıkları bu dansın asıl hikayesi, gidecek olanı istemektir. Tango kalıcı olanların değil, hep gidecek olanların dansıdır. Ele geçirilemeyenler arasında sessiz bir kavga… Beraber bir tuzağın koynuna düşmeyi çok isteyen ve bunu ilk kimin söyleyeceğini yoklayan bir kadınla bir adamın dansı… Çok korkan belli etmeyen iki kişinin birbirine meydan okuyucu…

“Sevdim de vermediler” ağlaşması değil, “Ben seni hiç sevmedim” yalanı. Kim önce dökülecek, kim önce teslim olacak sınanması… Astor Piazzola çalıyor… Aklıma, giden denizcilerin tuzaklarına fena düşmüş, ama hiç düşmemiş gibi yapmış, iki memesinin arasından kan sızarken dönüp giden adama bir kere bile bakmamış kadınlar geliyor. 

Zor. 

Tango yapmak için biraz daha büyümek gerekiyor.

ECE TEMELKURAN

Milliyet Gazetesi 27.12.2002

Tango Günlüğü

Bazı geceler insanı ihtiyarlatır. Buenos Aires’teki geceler de bu garip yazar için “Latin Amerika Eğlencesi” değil, hayatında en hızlı ihtiyarladığı gecelerdir. Okuyacağınız hiç ama hiç süslenmemiş Buenos Aires tango geceleridir. Bu, ölümü ilk kez gören birinin hikayesidir…

Etin dili

Ermeni Tango Cemiyeti, bir şaka gibi Buenos Aires’in en ünlü tango salonu. Bir saatlik bedava tango dersini alan turistler gece saat bire doğru ister istemez salondan çekiliyor. Çünkü, yüzleri, onların neşeli yüzlerine hiç benzemeyen Buenos Aires kadınları ve erkekleri gelmeye başlıyor dans pistine. Sabah beşe kadar dans edecek çiftler birbirlerini hiç konuşmadan, sadece süzerek seçiyor.

 Dans boyunca da bir tek kelime etmiyor adamlar ve kadınlar. Çünkü etleri fazla fazla konuşacak birazdan birbirleriyle. Bu, başka türlü bir konuşma. Ne işlerinden, ne kim olduklarından, ne planlarından, ne de beklentilerinden bahsediyorlar birbirlerine. Ama dans bittiğinde bütün kadınlar ve erkekler, tanımış oluyor birbirini, konuştukları onca insanın onları hiç tanımadığı, tanıyamayacağı gibi…

Bazen yüzleri buruşuyor kadınların. Çünkü adam, dansı tam beklenmedik bir yerinde durduruyor, kadının da adımı donuyor. Kadın erkeğin bir sonraki hareketini bekliyor. Kadın, erkek adım atmadan atmıyor, erkeğin yaptığından bir fazla hareket yapmıyor.

Kim bilir belki de erkekleri, kendilerinden bir adım fazla atan kadınlar korkutuyor. Tango bunu biliyor. Kim bilir, belki de Buenos Aires’te kadınlar, erkekleri bizim anladığımızdan çok daha iyi anlıyor. Korkutup kaçırmamak için onları, erkekler durduğu zaman, onlar da duruyor. İlk adımı erkekten bekleme sabrını öğreten bir dans bu. Bütün hayatı mükemmelen becersen bile bu sabrı göstermek zorunda olduğunu öğreten bir bilgi tango. Becerebilirsen tabii…

Ağrının kuşakları

Şehirde ancak çok az gerçek tango bilgisine sahip insanın bildiği Despachos Bebidas meyhanesinde oturuyorum. Dans salonu değil burası, sadece tango dinleniyor. İhtiyar tangocu Osvaldo ve gitaristi saat sabaha karşı ikide geliyor. Önce bütün konukların ellerini sıkıyor, şarkıları söylemeye öyle başlıyor.

“Şimdi sen bilmiyorsun” diyor şarkı. Ellerini iki yana açıyor. Yüzü acıdan buruşuyor. Gözlerini kapatıyor sonra, ağzında gülümseme kırılıyor. Galiba “Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim” diyor ya da “Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım Buenos Aires’in”… Öyle yani…

“Senin evin benim evim” diyor, başka bir şarkı. Yani “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına” veya “Titrerim mücrim gibi istikbalime”… Öyle. Tam karşısında oturuyorum Osvaldo’nun, bazen gözü takılıyor bana. En berbatı benim çünkü meyhanenin, işlerim hep ters gidiyor.

Şarkılar bitince gelip “Çok iyi dinliyorsun. Dinlemenle bana şarkı söyletiyorsun” diyor. “Ben İspanyolca bilmiyorum” diyorum. Eliyle “Boşver” yapıyor. Öyle bozuk bozuk gülümsüyoruz.

Sarışın, şişman bir orospu, sigaradan duyulmayacak kadar kısılmış sesiyle, memelerinin arasından akan teri silerek içinde “yıllar”, “kalbim” ve “Corrientes Bulvarı’nda bir gece…” sözleri geçen acıklı bir tangoya başlıyor. Anlıyorum ve yağmur bu yüzden başlıyor. Despachos Bebidas’ta herkes ihtiyarlıyor. İhtiyarlıyoruz… Osvaldo için bir keseye para toplanıyor.

Bar Sur

Bar Sur’un karanlık, küçük salonunda Andres yaşlı Japon turistlerle dans etmek zorunda. Onlar tango bilmediği için valse başlıyor. Japon turistler büyük bir olasılıkla tango yaptıklarını sanıyor. Elbette fotoğraflar çekiliyor. Andres sıkılıyor. Sabah saat beş, program ve Japonlarla dans mecburiyeti bitiyor. Smokinini çıkarıp barın arkasında duruyor. Elbette hiç konuşulmuyor. Dansa kaldırıyor. Gözümü kapıyorum, akılıyor. Adam tangoyu ve tutmayı biliyorsa tango yapılabiliyor ancak.

Belki de zaten ne ilişki mümkün aslında ne tango, eşini bulmadıktan sonra… Her ikisi de ancak eşini bulduğunda. Ondan önce ne aşk var ne tango.

Andres “Güzel dans ediyorsun” diyor. “Ne İspanyolca biliyorum” diyorum, “ne de tango!” Öyle yine sessiz gülümsüyoruz. Yerleri süpüren adam kızıyor artık, “Gidin” diyor, “Yeter”. O kadar anlıyorum artık İspanyolca…

Ölümden sonra tango

Kulüp Gricel’de sadece yaşlı insanlar var. Sadece çok ama çok iyi klasik tango yapanlar. Herkes dans edemiyor burada, sadece “eskiler”… Ben sadece izleyebilirim, o kadar. Gerisi ayıp çünkü… Maria ile Juan, evliliklerinin 50’nci yılını kutlamak için çok ağır bir tango yapıyorlar. Ben başıma gelecekleri bilmiyorum. O yüzden tangonun “unutmamanın dansı” olduğunu düşünüyorum. Uzun evlilikler yüzünden birbirinden bıkmış olması gereken bütün bu insanların nasıl bu kadar tutkulu dans ettiklerini anlamadığımı düşünüyorum. Acaba her tango gecesinde diyorum, yenileniyor mu et?

Sonra işte, Juan pistin ortasında yere yığılıyor. Küçük bir çığlık çıkıyor Maria’nın ihtiyar gırtlağından. Müzik duruyor. Juan nefes alamıyor. Dans duruyor. Herkes yerine oturuyor. Ambulans geliyor. Doktor, çoktan ölen adama ümitsizleştikçe gayretkeş hale gelen bir kalp masajı yapıyor. Juan için değil, Kulüp Gricel’in müşterileri için yapılıyor masaj, izleyenler için… Nihayet, doktorlar ayağa kalkıp, başlarını ümitsizce iki yana salladıklarında hikaye bitiveriyor. İnsan ne kadar kolay ölüyormuş meğer. Ölümü ilk kez burada, Kulüp Gricel’in kırmızı neonları altında görüyorum. Juan’ın üzerine kirli sarı masa örtülerinden birini örtüyorlar. Paramparçayız hepimiz. Kulüp Gricel kapanıyor, Despachos Bebidas’a gidiyoruz yine. Yüzümde mi yazıyor ölüm? Osvaldo bu gece bütün şarkıları bana söylüyor. Yağmur yağmak bilmiyor… 

ECE TEMELKURAN

16.02.2003 Milliyet Gazetesi

Aman Teslim Olmayın

Ece Temelkuran’ın tango hakkındaki en güzel yazılarından biri:

Buenos Aires’te ihtiyar bir adamdı. Briyantinli, gümüşten saçları vardı. Güney Amerikalı bir beyazdı pantolonu, ayakkabıları yumurta topuktu. Gömleğinin önü göbeğine kadar açıktı, eski zaman parfümlerden kokuyordu…

Kulüp Grisel`in pistinde kırmızı ışıklar yanıyordu. Adam, ayağa kalktığında biraz, bana doğru yürürken biraz daha, adım adım daha da gençleşiyordu.

 Dansa kaldırdığında beni, iyiden iyiye zıpkın gibiydi. Zaten genç olmayı en iyi ihtiyar adamlar bilir, genç kız cilvesi yapmayı en iyi ihtiyar kadınlar. İnsanlar çünkü, yıllar içinde rahatlar, gençliklerinde cesaret edemediklerini ancak ihtiyarladıklarında olurlar.

Kulüp Grisel`de tangoların en beteri çalıyor; en sevmişi, en terkedilmişi, epey görmüş geçirmişi. Bakılmaz tango yaparken göz göze, sanılanın aksine. Gövdeyle ilgili bir meseledir, orada, pistin ortasında sürüp giden; kadınla ve tamamen erkekle ilgili. Fakat bir şey var, adımlar takip etmiyor birbirini. Ve adam, ihtiyar olan, belimden tutup sarsıyor beni. Gırtlağının en belalı dibinden, hatta belki karnının yaralanmış yerinden geliyor sesi: `Teslim olmuyorsun` diyor, `Sen, bu yüzden dans edemiyorsun!`

Ne halt edeceksin?

Sonra, başka bir zaman, bir Ankara evinde, ki en kalbi meseleler odalarda yaşanır Ankara `sahillerinde`. Adamın biri, epey canı sıkkın, votkalı motkalı. Bir kadını çok seven, epeydir sevmiş olan adamın biri, mahzun, kırgın ve demli, demişti ki:
`Ne biliyor musun bu işin sırrı? Bırakacaksın kendini. Mutlu olmak istiyorsan teslim olacaksın. Hayatını mı mahvediyor çok sevdiğin? Bırak mahvetsin. Sen severken mahvolmayacak kadar değerli misin? Diyelim o kadar değerlisin. Peki o zaman üstat, o değeri harcamayıp ne halt edeceksin?`

Kim öğretti bize teslim olmamayı? Başımıza bir şey gelir diye başımıza bir şey getirmeden yaşamaya çalışmayı, hiçbir şey getirmeden ölüp bitmeye çabalamayı, böyle sürüp gitmeyi… Kim öğretti? Kadınlar adamlara, adamlar kadınlara teslim olmadan, yıllar yılı elinde bir mızrakla, bir mesafeden ve tetikte. Kaskatı kesilerek, `Kimse beni teslim alamaz` diye büyük ordularımızı birbirimize karşı böyle küçük numaralarla yönetmeyi… İki seven insan gibi değil de, bir teneke başarı madalyası için çabalayan kale komutanları gibi… Sınır boylarımıza bu uç beylerini, bu asabi, hırçın ve aslında korkulu çocukları kim yerleştirdi? `Benim sosyal hayatım, benim param, benim başarım, benim hayatım` diye sakındığınız, `kimsenin peşinden gitmeyerek` çok müthiş savunduğunuz bütün o şeyler, hakikaten söylesenize, sizi gerçekten -ama gerçekten diyordum bak- mutlu etti mi? Teslim olmadan tamamladınız hayatı, tebrik ederiz, bırakmadınız hiç kendi yakanızı. Söylesenize, etiniz acısa acısa en çok ne kadar acıyabilirdi? Ona buna, şu adama, bu kadına değil aslında, biz, -tebrik edelim kendimizi!- kendimize teslim olmadık. Gece kremlerini kimse alamaz şimdi sizden, tenis derslerinizi ve arkadaşlarınızla eğlenmeye çabalayarak içtiğiniz `bağımsız` gece içkilerini, tek başınıza, keyifle izlediğiniz maçları ve ucu görünmediği için daha da korkunç olan `kendi geleceğinizi.`

Şimdi siz tam da dergilerdeki, şık dizilerdeki, gıcır reklamlardaki kadınlara ve adamlara benzediniz. Teneke madalyanızı güneşe döndürünüz, ne güzel de parıldıyor. Pırıl pırıl, parıl parıl. Çok tebrik ederiz!

Ece Temelkuran

Milliyet Gazetesi 07.09.2004

Imu Hürriyet Röportajı

Kansere rağmen hayatı karnaval gibi yaşayan adam

50 çocuklu bir babanın oğlu o. İçlerinde liseyi tek bitiren de… Kenya’nın süper zeki çocuklarının arasına giren, burslu olarak Türkiye’ye okumaya gelen de… Bütün Latin danslarını herkesten iyi kıvıran da… İmu Shaaban (37) “Yürüyebilen herkes dans edebilir” iddiasıyla salsa dünyasında ‘hocaların hocası’ olarak tanınıyor.

 Dört yıllık sevgilisi Funda Koçak’la kır düğünüyle evlenecekken akciğer kanseri oldu. Meslektaşları ona destek için Türkiye’nin dört bir yanında dans geceleri düzenliyor. İmu pek dans edemese de hala en çok Celia Cruz’dan ‘La Vida Es Un Carnaval – Hayat Bir Karnavaldır’ı dinliyor.

Kenya’da çok ama çok fakir bir ailede doğdu. Ulusal bir gazetede fotoğrafçılık yapan babasının, annesi dışında beş karısı daha vardı. Sadece annesinden 13 kardeşi olduğunu söylüyor. Üvey annelerinden olan kardeşlerini 28’den sonra saymayı bırakmış. İşin enteresanı, hiçbirinin arasında en ufak bir husumet yokmuş: “Çok iyi geçiniyorduk hepimiz. İster annelerim olsun, ister kardeşlerim hepsini çok seviyordum. Ayrı evlerde yaşardık ama birbirimize gider, gelirdik. Kenya’nın şartlarında bu çok doğal. Bugün bana tabii ki garip geliyor. Galiba insan her zaman doğdugu değil yaşadığı yerin koşullarını benimsiyor.” 

Kendini övmeyi seven biri değil ama anladığım kadarıyla İmu, çocukluğunda süper zeka falanmış. İngilizceyi anaokulunda öğrenmiş. Sınavlarda ülke çapında dereceler almış. Ortaokulu ve liseyi burslu okumuş. Zaten yaklaşık 50 kardeşin içinde liseyi tek bitiren o olmuş. Üniversite içinse yine burslu olarak Türkiye’ye gelmiş: “Tarih 1 Ekim 1993. İmu Ankara’ya ayak bastı. Orada tanıdıklarım olduğu için önce oraya geldim. Birkaç gün kaldıktan sonra kayıt yaptırmak çin Konya Selçuk Üniversitesi’ne gittim. Bölümüm Ziraat Mühendisliği idi. İki-üç günde orada yapamayacağımı anladım ve Ankara’ya geri döndüm. TÖMER’e kaydolup Türkçe öğrendim. Bir yandan da YOS’a (Yabancı Öğrenci Sınavı) hazırlandım. Bir yıl sonra sınava girdim ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’ni kazandım. Daha ilk yılım dolmadan bir kaza geçirdim. Ayağıma kaynar su döküldü ve haşlandım. Kıpırdayamıyordum bile. Ailem bana baksın diye Kenya’ya geri döndüm ve bir süre orada kaldım. O süre boyunca bilgisayar mühendisliğinin Kenya için erken ve gereksiz olduğunu gözlemledim. Benim yönetim ve bilişim sistemleri okumam gerekiyordu. Döndüm ve bölüm değiştirme sınavına girdim. Bana burs veren Suudi Arabistan şirketi açısından bunun sorun olacağını hesaplayamadım. Bölüm değiştirmem hoşlarına gitmedi ve bursumu kestiler. Ben de eğitimime kendi kendime devam etmeye çalıştım.”

TAŞLIK DANS BAR’DA BAŞLADI

Dansın hayatına nasıl ve ne zaman girdiğine gelince… Aslında Kenya’da hep dans ediyormuş. O, lisedeyken babası ve abileri bir dönem disko işletmişler çünkü. “Pistten inmezdim. Disco dans, Afrika dansları bir ara break dans bile yapmıştım” diyor. Boğaziçi Yönetim ve Bilişim Sistemleri Bölümüne başladığı yıl, yani 1995’te üniversitenin dans kulübüne de katılmış. Latin danslarıyla ilk orada tanışmış ama çok çabuk ilerlemiş. Kurları ikişer ikişer atlıyormuş. Sonra okul dışında gösteriler başlamış. Dans ettiği her yerde aynı soruyla karşılaşır olmuş: “Çok güzel dans ediyorsunuz. Bize de öğretir misiniz?” İşte dans eğitmenliği işi bu soru yüzünden aklına düşmüş: “İlerleyen günlerde Swiss Otel’deki Taşlık Dans Bar’ın sahibi Meto gösterimi izledi. Sonra yanıma gelip ‘Taşlık’ta gündüzleri eğitmenlik yapıp, gece de insanları coşturur musun’ dedi. Seve seve kabul ettim.” 

Çok uzun süre o dans okulu senin bu kulüp benim ders vermiş İmu. 2000’de okulu üçüncü sınıfta bırakmak zorunda kalmış. Çünkü danstan kazandığı ancak yaşamasına yetiyormuş. Okul için kaynak yaratmakta zorlanıyormuş. Bu arada Mecidiyeköy’de bir arkadaşıyla ortak ilk dans okulunu açmış. Dört yıl sonra İstiklal Caddesi üzerinde tek başına bir okul kurmuş. Ama gel gelelim o da yürümemiş: “Bir yabancı olarak Türkiye’de iş yürütmek çok zor. İki sene zor dayandım. 2005’de okul kapanınca Kenya’ya dönmeye karar verdim. Ama maalesef orada da olmadı. Evimde kendimi yabancı gibi hissettim. Orada hayat farklı akıyordu. Farklı kafalar, farklı felsefeler… Türkiye’ye geri döndüm. 2006’da Gümüşsuyu’nda kendi yerimi açtım. Orası hâlâ aktif. Ama ortağım tek başına devam ediyor. ”

KANSER 3A EVRESİNDE

2006’dan bu yana maddi açıdan mutlu mesut geçiniyormuş. Kendi yağıyla kavruluyor dedikleri cinsten. Geçen sene kış başlarken lanet bir öksürük musallat olmuş bedenine aniden. Üşüttüm, grip oldum diye düşünmüş. Doktora gitmiş, x-ray çekilmiş, sonuç temiz çıkmış. İki üç ay soğuk algınlığı ilaçları, antibiyotikler kullanmış ama geçmemiş öksürük: “Şubat, Mart falandı. Hala öksürüyorum. Bir taraftan da benim başka bir doktora gitmem lazım deyip duruyorum. Bir arkadaşım aracı oldu Gebze Hastanesi’nde onun yakını bir doktora gittim. Bu kez x-ray’de bir kitle gördüler. Zatürree olduğumu düşündüler ve yine antibiyotik verdiler. Hiçbir şey değişmeyince tomografi çekelim dediler. Kitlenin ayrı ayrı yerlere dağılmış olduğunu tespit ettiler. Cerrahpaşa’ya sevk oldum oradan Yedikule’ye oradan Siyami Ersek’e.. Defalarca parça aldılar. Günlerce hastanede yattım. En sonunda akciğer kanseri teşhisini koydular. Ama geç teşhis. Ameliyat zamanı çoktan geçmiş. Lenf nodüllerine dağılmış bile. 3A evresindeyim. Şimdi kemoterapiyle kurutma yapılacak. Yarın ilk seans!”

HİÇ SİGARA İÇMEDİ

Hayatı boyunca hiç sigara içmemiş İmu… Birdenbire kanser olduğunu öğrenen biri ne hisseder? Hiç olmazsa kısa bir süre “Neden ben” diye sorgular değil mi? İmu Shaaban tam tersi… Bakın ne diyor: “Hayatım boyunca çok büyük güzelliklerle karşılaştım ben. O güzellikler benim olunca ‘neden ben’ demediysem şimdi niye diyeyim?” Peki kemoterapiden korkuyor mu? Biraz. Daha doğrusu nasıl bir şey olduğunu bilmediği için endişeleniyor. Bir de iğneyle arası iyi olmadığı için tedirgin. Ama morali yüksek: “Hiçbir zaman endişeli endişeli düşünmüyorum. Biliyorum bu geçecek. Sporumu yapacağım, yüzeceğim, yürüyeceğim ve yine dans edeceğim. Latin dans gecelerinde arkadaşlarımla birlikte olacağım. Sonra üniversiteyi de bitireceğim. Bitirememek içimde kaldığı için geçen yıl sınava girip, İstanbul Üniversitesi İngilizce öğretmenliğini kazanmıştım. Bu hastalık çıkmasa çok da iyi gidiyordu derslerim.“

İKİNCİ KEMO SEANSINDAN SONRA DÜĞÜNÜMÜZE BEKLERİZ

Funda Koçak, İmu’nun dört yıllık sevgilisi, nişanlısı. Bir dans gecesi sırasında, dans etmeden köşede oturuyormuş. Yani İmu’nun en tahammül edemediği cinsten. Hemen yanına gidip onu dansa kaldırmış. İşte Eros oklarını o anda atmış. Bu tatsız hastalık olmasaydı şu sıralar Funda’nın memleketi Ordu’da bir kır düğününde evlenmiş olacaklardı. İmu için sevgilisinin anlamı büyük: “O benim direğim. O olmasaydı nasıl olacağını tahmin etmek bile istemiyorum. Çok ama çok zor olurdu. Her şeyin peşine koşuyor, onlarca doktorla tek tek görüştü. Ev düzenimizi yeniden kurdu. Plastikler atıldı, kimyasal detarjanlardan tamamen arınıldı. Marketten alışveriş yok. Organik pazarlara gidip elleriyle seçiyor. Düğünümüzü erteledik ama ben fazla da ertelemeyi düşünmüyorum. Doktorlarım izin verirse ikinci kemo seansının ardından düğünümüz var, bekleriz.”

Sibel ARNA Hürriyet Gazetesi Ağustos 2011

Juan Jose Mosalini ile Röportaj

‘Pop’la ‘Son Tango’

“Tango ve elektronik müziği birleştirelim, iyi satar” diyorlar. Ancak bunlar balondur ve söner Tango, Arjantin’de bir zamanlar o denli etkili bir müzikti ki, bir darbe olduğunda ilk ‘ihraç edilenler’ tango müzisyenleriydi. Ancak ‘tüm engelleri kendisini yenileyerek aşan’ tangonun mücadele etmesi gereken şey artık askeri yönetimler değil, popüler kültür. Juan Jose Mosalini, zamanında ülkesini terk etmek zorunda kalmış, tangonun önemli temsilcilerinden. Ankara Müzik Festivali için ülkemize gelen Mosalini’yle tangonun hali üzerine söyleştik…

Popüler müzik, bir hortum gibi önüne çıkan her şeyi kendisine katarken, tangoyu da gözden kaçırmadı. Epeydir video kliplerde tango figürleri görüyor, club parçalarında ‘bandoneon’ sesleri duyuyoruz. Popüler kültür, tangoyu ‘tutkulu bir şey’ anlatmanın en kestirme yolu olarak algılıyor. Halkın en ‘düşük’ kesiminden çıkmış ve kitleleri peşinden sürüklemiş olan tango, bu engeli nasıl aşacak? “Arjantin’de televizyonu açtığınızda artık gerçek tangoyu göremiyorsunuz” diyor Mosalini. Ona Shakira’nın bir şarkısına ‘afili’ bir tangoyla başladığını hatırlatıyorum; “Pop müzik tangoyu alır, melodilerini, ritimlerini kullanır. Onun yaptığı şey fotokopi olmanın ötesine geçemez” diyor.Mosalini, Arjantin’de çiftlerin gidip dans ettikleri ‘Milonga geceleri’nin düzenlendiği tango kulüplerinin sayısında düşüş olduğunu söylüyor. Eskiden tüm tango kulüplerinin yer aldığı ünlü Corrientes Bulvarı ise artık turistlere hizmet veren pahalı kulüplerle dolmuş. “Her şeye rağmen, tangoyu gerçekten seven, yaşayan insanlar hâlâ var” diyerek tesellisini ifade ediyor Mosalini.

Elektronik tangoyu ‘bozar’ mı?
Tango müziğinde son yıllarda en çok konuşulan grup, tango ile elektronik müziği birleştiren ‘Gotan Project’. Kariyerine babasının orkestrasında bandoneon çalarak başlayan ‘oğul Mosalini’nin bu grupta yer alıyor. “O kendi kariyerini yapmakla meşgul” diyor Mosalini’nin menajeri, imalı bir şekilde.

Juan Jose Mosalini’ye göre Gotan Project gibi gruplar, plak şirketlerinin ‘en çok ne satar, piyasada en iyi ne iş yapar’ düşüncesinin ürünü. “Bir tarafta tango, bir tarafta elektronik müzik, haydi bunu birleştirelim! diyorlar… Fevkalade satar. Ancak bunlar balondur, parlar ve söner.”

Ancak tüm bu fikirlerine rağmen oğlunu elektronik tango’dan uzak tutabilmiş değil. Oğlunun bu işin içinde olması konusunda ne hissettiğini soruyoruz, “Oğlum parasını kazanıyor, geçimini sağlıyor. Eh, bir baba olarak bundan şikâyetim yok…” diyor, hafif buruk bir edayla. Tangonun bu popüler müzik istilası içinde geleceği ne olacak, Bay Mosalini? Ellerini iki yana açıyor: “Gerçekten bilmiyorum… Pop müziğin kullandığı tango veya elektronik tango bugün parlıyorsa, yarın sönecek. Onlar tangoya bir şey katmıyorlar. Ancak, işte, tango bu… Her zorluğu kendini dönüştürerek aşar. İnişli çıkışlı bir hayatı vardır. Bugün düşer, yarın kalkar. Mutlaka kendisine bir yol bulacaktır.”

Gürçim Yılmaz / milliyet.com.tr / popüler kültür

Gustavo Russo ile Röportaj

Tango Seduccion grubu, başta Gustavo Russo ve Alejandro Mantinan olmak üzere, altı çift genç dansçıdan oluşuyor. Dansçılar, büyük tango bestecisi Astor Piazzolla’nın eserlerinden seçilen müzikler eşliğinde, tango tarihinin değişik dönemlerini yansıtan bir program sunacak ve göz alıcı kostümleriyle, İstanbullu tango tutkunlarını, Buenos Aires’te zaman içinde bir nostaljik bir yolculuğa çıkaracaklar. Tango Seduccion’un dünyaca ünlü baş dansçısı Gustavo Russo, İstanbul My Show Land’deki programı öncesinde ALEM’le sıcak bir söyleşi yaptı: Daha önce, bir başka ünlü dans grubu olan Tango Passion’ın baş dansçısı olarak yıllarca dünya turnesine çıkmış olan Gustavo Russo, 3 yıldır Tango Seduccion’un baş dansçısı olarak tangoyu ve ilginç dans yaşamını anlattı.

Sevgili Russo, tangoyu diğer danslardan ayıran; ona bu çekiciliği ve duyguyu veren nedir?
Bence tangoya bu çekiciliği ve duygu yükünü veren, onun Buenos Aires’e birçok ülkeden gelen kültürel göçün göbeğinde doğmuş olması. Yıllar önce gerçekleşen bu göçte İspanya’dan, İtalya’dan Fransa’dan, Türkiye ve Polonya’dan birçok insan daha iyi bir hayat ve iş imkanı rüyasıyla bu şehre göç etmişlerdi. Bu yıllarda çok yalnız ve zorlu şartlarda yaşadılar. İşte o dönemde ve o şartlarda tango, küçük otellerde, caddelerde, limanlarda hayat bulmaya başladı. Tango yavaş yavaş gelişiyor; bu da adım adım, böylesine güçlü duygular taşıyan insanlarca gerçekleşiyordu.

Dans yaşamınız ve kişisel geçmişinizden bahseder misiniz?
1988’de Buenos Aires’te ünlü ‘Tango Shows’da profesyonel kariyerime başladım. Diğer önemli projelerin yanı sıra Osvaldo Berlingieri, J. Basso, Dragone, Conlangeo, M. Mores ve daha birçok isimle ortak çalışmalar yaptım. 1990’da ‘Argentina Tango Show’da performansımı göstermek üzere seçildim. Bir yıl sonra ise ‘Grandes Valores del Tango’ adlı TV programında solo dansçıydım. Aynı yıl Mariano Moreno’nın ‘Viva Tango Orkestrası’na katıldım ve onlarla Amerika ve Meksika’yı gezdim. 1992’de ‘Estelares del Mar’da, ‘En İyi Tango Show’ ödülünü kazandım. 1994’te Fransız filmi ‘Maigret ce Trompe’ ta yer aldım. 1995’de ise TV serisi ‘Solo Tango’ daydım. 1997’de ‘Paris, New York, Buenos Aires’te yer aldım. 1998’de koreograf ve misafir olarak ‘Festival of Tango’ya katıldım. Bir sonraki yıl ise yine aynı festivalde sahneye davet edilmiştim. Dünyaca ünlü ‘Tango Passion’ın baş dansçısı olarak dünyayı dolaştım. 1992’de Broadway’deki ‘Premier 1999’a kadar devam edecek olan bir çalışmanın da ilk adımıydı. Bu dönemde İstanbul’a birçok kez geldim; ayrıca İzmir, Ankara, Efes gibi daha birçok şehrinizi dolaştım. Şimdi ise ‘Tango Seduccion’ ile 3 yıldır tango ifademi yansıtmaya devam ediyorum.

Arjantinli gençler arasında tangoya eğilim nasıl? 50 yıl önceki gibi bir folk dans olarak mı görülüyor tango?
Son yıllarda tangoya ilgi duyan gençlerde bir artış oldu. Bu belki de tangonun tüm dünyadaki başarısına paralel olarak gelişmiş bir durum bu… Tango hiçbir zaman bir folk dans olarak görülemez Arjantin’de. Çünkü tango, doğduğu Buenos Aires’e, hemen civarından gelen bir tür. Tangonun tüm dünyada patlaması, dünyada genç insanların bu dansa ilgi duymalarını getirdi. Bu gençler arasından da birçok profesyonel çıktı. Bugün Buenos Aires’teki gece kulüplerine giderseniz, birçok gencin tango yaptığını görürsünüz.

Bir gününüz nasıl geçer?
Tüm günlerim tam olarak birbirine benzemez; her günümün bir diğerinden biraz farkı olması lazım. Ancak bir günü de bedenime ayırmam lazım. Pratik yaparak ya da yoga sınıfına katılarak değerlendiririm bir günümü. Böyle bir günü kendim ve partnerim için gerekli görüyorum. Onunla tiyatroya gidip bir şov izlemeyi ya da sadece bir yere gidip bir bardak çay içmeyi severim. Ya da bir gün boyunca zihnimi ilgimi çekecek belki de ‘Tango Seduccion’u geliştirmeme faydası olacak bir kitap okurum.

Sahnede kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Sahne benim ikinci evimdir. Bazı anlar var ki, bana diğerlerinden daha çok keyif veriyor. Çünkü bazı koreografiler diğerlerinden daha karışık. Bazı dakikalar gülümsemek için var; bazı anlar var ki güçlü duygular bana hakim olur. Ancak hangi duygu hakim olursa olsun, ben her zaman duygusal olurum ancak asla hata yapamam.Performanstan sonra kendinizi nasıl hissedersiniz, yorgun ya da mutlu mu olursunuz?Yorgun bir zihin ve vücutla Tanrı’ya, bana ‘Tango Seduccion’u toplum önünde sergileme şansı verdiği için teşekkür ederim.

Bir performansa nasıl hazırlanıyorsunuz?
Şov ile makyaj arasındaki 1.5 saatte kendimi hazırlarım ve ısınırım. Genel olarak stres yaşamam ancak bazen ortaya çıkan, örneğin teknik problemler stres yaratabiliyor. Zaman zaman gerginlik hissediyorum çünkü ‘Tango Seduction’ın hem birinci dansçısı hem de yönetmeniyim. Bu gibi problemlerde konumum gereği çözüm bulacak kişi olduğum için, biraz gergin olabilirim. Bu durum, kendime zaman ayırmamı engellediği için geriliyorum.

Tangoyu üç kelimeyle nasıl tanımlarsınız?
Üç kelime yerine üç fikirle özetlerim: Tango Arjantin’in kimliğidir; tango benim sanatımı anlatma tarzımdır; tango herkesin en derin duygularını özgürce açıklama şeklidir…

Astor Piazzola’nın müziği hakkında bilgi verir misiniz?
Yeni tarz bir müzik yaratabilen çok önemli bir bestecidir kendisi. Bazen bunu kanında tango taşıyan bir klasik diye tanımlayabilirim. Bazen onun müziğiyle diğer, bildiğimiz ve klasik olarak tanımlayabileceğimiz tangonun veremeyeceği bazı düşünce ve duyguları ifade edebiliyorum. Aynı duygu ve fikirleri klasik geleneksel tangoyla beni limitlendiren yapısı nedeniyle yapamıyorum. Geleneksel tango beni, kısıtlandırılmış hissettiriyor.

İstanbul’da sahne almak nasıl bir duygu; Türk seyircisini nasıl buldunuz?
Türkiye, Arjantin’den farklı bir kültüre sahip. Birçok kez İstanbul’da sahne alma zevkini yaşadım ve her seferinde yine dönmek istedim. İstanbul’a ilk ziyaretim, bir peri masalına adım atış gibiydi benim için. Şehri bir kez daha görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Dansözlerimizi izleme şansınız oldu mu; bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İzleme şansım olmadı ama bir sonraki sefer izlemeyi çok isterim.

Aşk sizin için ne ifade ediyor?
Benim için aşk, limitsizdir. Limitsiz olan sonsuzdur. Eğer aşk sonsuz ve limitsizse, aşk özgürlüktür. Bu da benim için, sonsuz olmayan, limitsiz olmayan ve özgür olmayan her şeyin aşk olmadığıdır.

Hayatınızda özel biri var mı; bir dansçının evlenmesi zor mu?
Bizim hayat tarzımızı anlayamayan biriyle birlikte olmak zor bir iş. Ayrıca bizim sürekli devam eden yolculuklarımızın ritmine uyum sağlayabilmek ve destek verebilmek karşı taraf için kolay değil. Ben her zaman dünyanın bir ucundan ötekine hareket halindeyim. Ben bu konuda pek zorluk yaşamıyorum çünkü şans bu konuda sahnede olduğu gibi hayatta da benim yanımda. Bir kadın her zaman benimle ve beni anlıyor; bana yardım ediyor.

Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.

Seçil Kılıç 23 Mart 2005 Alem Dergisi

Roberto Alvarez Röportajı

İYİ DANSÇI SESSİZLİĞE KADAR DANS EDER

Dünyanın yaşayan en iyi tango orkestrası sayılan Color Tango, Şişli Belediyesi ve Tango İstanbul Dans Okulu’ nun katkılarıyla İstanbullularla buluştu. Tango to Istanbul Festivali kapsamında sahne alan Color Tango’nun kurucusu Roberto Alvarez, “Salonu doldurmak tango için büyük başarıdır. Türkiye’de biz bunu başardık” diyor.

Daha önceki konserlerinizde Türkiye’deki izleyicinin tangoya ilgisini nasıl buldunuz?
İstanbul’a ilk kez 2005’te gelmiştim. Kenti gezmek için vaktimiz olmamıştı. Bu defa gezebildim. Ayasofya’ya gittim. İstanbul çok güzel ve keyifli bir şehir. Aynı şekilde insanlar da çok keyifli. Bu hafta Ankara, Antalya ve İstanbul’daki konserlerimizin üçü de dolu geçti. Tango için büyük başarıdır salonu doldurmak. Dünyaca bilinen bir müzik olmasına rağmen genelde küçük kitlelere hitap eder. Onun için büyük mekânları doldurmak zordur. İstanbulluların ilgisi çok güzel

.Son dönemde müzisyenler duyguların azalmasından şikayetçi. Paul Simon, “İnsanların incelikli bir sanat eseri yaratmaya eğilimi azaldı. Her şey daha basit bir formüle indirgendi. Duygular azaldı” diyor. Siz ne dersiniz? 
Daha karmaşık bir dünyada yaşıyoruz ve duyguların azaldığını söyleyebiliriz. Ama tango bu ortamda bile tutkuyu koruyor. O tutuş, sarılış, kadın ve erkeğin birbirini hissetmesi, çok güzel ve keyifli. Tango, duyguyu koruyor. Çünkü çok yakın ve samimi.

Tango dansçıları sizden geçer not almak için nelere dikkat etmeli? 
Dansçının farkında olması gereken en önemli şey, müzikle uyumdur. Estetik tabii ki temelde gerekiyor, vücudunun duruşu önemli ama her şeyden önce müzikle birlikte gitmeli, müziği dinlemeli. Hareketleri iyi olabilir ama müziği dinlemiyorsa boş. Kemanla romantik bir pasaj çalınırken dansçının daha romantik, daha yavaş hareket etmesi gerekir. Her adım aslında bir ritim olmalıdır. İyi bir dansçı sessizliğe kadar dans eder.

Tangoyu baleyle harmanlayanlar da görüyoruz, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tango çok keyifli ve güzel bir müzik. Başka şeylere de eşlik etme şansı olduğu için bu normal.

Siz de klasik müzikle harmanlıyorsunuz… 
Doğru. Müzisyenlerin yeterli bilgiye sahip olması durumunda başka şeylerle harmanlama şansı ortaya çıkıyor. Geçenlerde Rotterdam’da bir klasik müzik orkestrasına seminer verdik. Tangoya özgü müzik efektlerini ortaya çıkarmayı öğrenmek istediler. Chitarra klasik müzikte kullanılmayan bir yay tekniğidir. Tangoya özgü bir efekttir. İstanbul’da düzenleyeceğimiz atölye çalışmasında da göstereceğiz.

Elektronik tango hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Bu kişisel fikrim; beğenmiyorum. Tangonun kendine özgü bir ritmi var. Ekstra elektronik bir ritme ihtiyaç yok. Sadece bir modaydı, geçtiğini umuyorum. Arjantinli meşhur bir müzisyen diyor ki: “Müzik iyidir veya kötüdür.” O kadar. Elektronik tangodan hiçbir zaman hoşlanmadım. Daha fenası, bazı Arjantinli dansçıların bu tarz müziklerle dans ederek şov yapması.

Color Tango’nun müzikal amacı nedir? 
Kurucusu olarak 24 yıldır bu orkestrayı aynı yönde devam ettiriyorum. Tango müzisyenlerinden Osvaldo Pugliese’nin yolunda ilerliyoruz. Color Tango kendi tarzını buldu. Yeni parçalar, aranjmanlar ekledik fakat aynı yoldayız. Tango dört zamanlı bir müzik. Bu tarzın karakteristik özelliği, bir ve üçüncü zamanı vurgulaması. Agresif ve romantik, çalması çok zor bir tarz. Çünkü notanın üzerine yazma şansınız olmayan öğeleri çalmak zorundasınız. Dansçılar için keyifli; çünkü fark yaratma şansı veriyor.

İstanbul’a daha önce gelen ekibin farklı olduğunu söylediniz. Belli ki ekip değişiyor. Yeni müzisyenlerin seçerken nelere dikkat edersiniz?
İlk olarak, iyi çalmasına dikkat ederim. Birinciden daha önemli olaraksa, iyi bir insan olmasına… Yeni biri hemen ekibe dahil olamıyor. O tarzı öğrenmesi gerekiyor. Bunu yazarak anlatamıyoruz, notaların üzerinde yok. Notalara bakarak çaldığında orkestrayla çalma şansı olmuyor. İlk sorduğum şey, “Bu orkestra senin ilgini çekiyor mu?” oluyor. Orkestranın bir evlilik gibi iki tarafın isteğine, arzusuna ve sadakatine ihtiyacı var. Color Tango’yla çalan bir müzisyen başka yerde çalamaz mı? Tabii ki çalabilir. Ama o gün Color Tango’nun sözü varsa o müzisyenin orada olması şarttır.

REKOR KATILIM VAR
Murat Elmadağlı/İstanbul Tango Kurucu Ortağı: Bu sene ‘Tango to İstanbul Festivali’nin beşincisini düzenliyoruz. Color Tango ve Sexteto Milonguero ilk kez birlikte çalacak. İstanbul’daki Milonga gecesi aynı çatı altında en çok kişinin dans ettiği gece olacak. Bu gece Çırağan’a 1600 kişi bekliyoruz. Color Tango turneyi bıraktı. Biz bu bütçeyi karşılamayı başardık. Bu orkestrayı üç kentte altı organizasyon için çağırabilme gücüne sahip tek festivaliz. Tüm festivali yaklaşık 4 bin kişi izleyecek. Bu da bir rekor muhtemelen. Tangonun Türkiye’nin konumu gelişirken tanıtıma da katkı sağlıyor.

TANGO TARiHiNDE iLK
Buenos Aires’te bile birlikte hiç çalmamış olan Color Tango ve Sexteto Milonguero, aynı sahneyi ilk defa İstanbul’da paylaşacak. Bu özel geceye 59 ülkeden yaklaşık bin yabancının katılımı bekleniyor. Bu akşam Çırağan Sarayı’ndaki konsere, Avrupa’nın yanı sıra ABD, Uzakdoğu ve Afrika’dan izleyiciler geliyor. Klasik tangonun lideri Color Tango ve çağdaş akım tangonun lideri Sexteto Milonguero, farklı tarzlarıyla tanınıyor. İstanbul’daki buluşma için Arjantin’de özel prova yapan tangonun devleri, beş şarkı seslendirecek.Color Tango’ nun Türkiye’ deki etkinlik listesi:
20 Nisan 2001, Profilo Alışveriş Merkezi, Konseri İstanbul

Mart 2013, 5. tanGO TO istanbul etkinliği çerçevesinde Antalya, Ankara, İstanbul’da konserler ve istanbul’da Milonga Performansları, (9 Mart Cumartesi Gecesi Çırağan Sarayı’nda tarihte ilk defa Sexteto Milonguero Orkestrası ile beraber performans sergilediler). İstanbul’lu tangoseverlere Tango Müziği semineri verdiler.

Mart 2014, 6. tanGO TO istanbul etkinliği çerçevesinde Adana (Tarihte ilk defa Senfoni orkestrası ile beraber performans sergilediler, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası) (Casa De a Danza Ortak organizasyon) Ankara, Eskişehir, Samsun ve İstanbul’da konserler verdiler. İstanbul’da Conrad Hotel’de milonga performansı sergilediler.

Dünya Tango Günü

11 Aralık tarihi önceleri Arjantin de ulusal tango günü olarak kutlanmakta iken artık dünya tango
günü olarak Arjantin Tangosunun yapıldığı her yerde kutlanmaktadır.Arjantin’de Ulusal Tango günü
olarak 11Aralık tarihinin seçilmesinin nedeni, tangoya yön veren iki efsane ismin Carlos Gardel ve
Julio De Caro’nun farklı yıllarda da olsa bu tarihte dünyaya gelmeleridir.