La Boca Genelevlerinde Doğdu Şimdi Tüm Arjantin’in Baş Tacı

0
187

Buenos Aires’in her köşesinde tango ile karşılaşırsınız. Melodiler kimi zaman bir kutunun üstüne
konan kaset çalardan yayılır, kimi zaman bir kapı aralığından duyulur, kimi zaman bir köşede çalan
bandeneondan yükselir. Aşkı, kederi, özlemi ve öfkeyi anlatan bu müziğe ve dansa kendinizi
kaptırırsanız Buenos Aires’ten artık vazgeçemezsiniz.

San Telmo semtinde bir meydanda, oldukça heybetli bir ıhlamur ağacının gölgesine sığınmış bir
kahvede, Buenos Aires’i düşünmeye çalışıyordum. Yanıtını bulamadığım sorular beynimin içinde
dolaşıp duruyordu: Bu kent neden Avrupalı olmakta ısrar ediyordu? Latin dünyasının ortasında Latin
olmayan bir kent insanı düş kırıklığına uğratmaz mıydı? Üç gün boyunca Buenos Aires’i köşe bucak
dolaşmış, karşımda hep Avrupa’yı bulmuştum. Oysa gerçek Avrupa biraz ötemdeydi. Onu görmek
isteseydim, ona giderdim. Hem de birkaç saat içinde. Oysa Buenos Aires’e varmak için tam 14 saat
uçmuş, Avrupalı olmakla övünen bir kentin kollarında bulmuştum kendimi.

Bunları düşünürken gözüme yaşlıca bir adam ilişti. Üstünde çok giyilmekten parlamış siyah bir takım
elbise vardı. Pırıl pırıl iskarpinleri göz alıyordu. Başındaki siyah fötr şapka da elbisesi gibi
yıpranmıştı. Yaşlı adam bir sandığın üstüne çift hoparlörlü bir kaset çalar yerleştirdi. Cebinden
çıkarttığı kaseti koydu ve düğmeye bastı. Müziğin başlamasıyla birlikte yaşlı dansçının yanına genç
bir kız yaklaştı. Üstünde kırmızı kadifeden bir elbise vardı. Elbisenin yırtmacı beline kadar
uzanıyordu. Siyah file çoraplar ve ince topuklu ayakkabı, güzel bacaklarını daha da güzelleştiriyordu.
Kırmızı rujla boyadığı dudaklarına kışkırtıcı bir gülümseme yerleşmişti.

ÖN SEVİŞME GİBİ

Ve Tango başladı. Danstan çok bir kavga, bir ön sevişme gibiydi. Kadın arada bir sanki erkeği
tekmelemek istercesine bacağını yukarı savuruyor, sonra çiftin bacakları bir anda kenetleniyordu.
Erkek birden kadını kollarının arasında hapsediyor, kendine çekip yanağını yanağına yapıştırıyordu.
Ayrılıyorlar sonra tekrar birleşiyorlar, erkek kadını havalandırıyor, kadın o muhteşem bacaklarını
adamın gövdesine sarıyordu. Dans kah kavga kah sevişme ritmine bürünüyordu. Ama daha çok
ateşli bir sevişmeyi andırıyordu. Tango salgınının Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllarda bu dansı
seyreden Winston Churchill, yanındakine şöyle fısıldamıştı: “Peki ama neden ayakta!..”

Tango, Buenos Aires’te hep karşıma çıkmıştı. Sokaklarda, meydanlarda, özel kulüplerde. Kent
sakinleri için iyi bir gelir kaynağıydı. Oysa ki bu dans, yüzyılın başında tüm maddi düşüncelerden
uzakta, göçmenlerin yurt özlemini, kabadayıların, genelev kadınlarının, aşk ve ihanet öykülerini
anlatan bir tutkuydu.

DANSIN DOĞUŞU

Tangonun kökeni tam olarak bilinmiyordu. Tek bilinen gerçek ise bu dansın, dünyanın en geniş nehri
Rio Del Plata’nın çamur rengi sularının okyanusla buluştuğu yerde, La Boca’da doğduğuydu.
Caminito adlı mahallede Afrika’dan getirilen siyah köleler, melez kadınlar, yerliler, Avrupalı
göçmenler, teneke evlerde yoksulluğu paylaşıyorlardı. Bu karışımı göz önüne alan bazı
araştırmacılara göre tango Küba kökenli “habenera”larla, güneydeki ıssız pampalarda söylenen
“milango”ların karışımından doğmuştu. Bazı araştırmacılar ise tangonun Latince “tangere-
dokunmak” fiilinden türediğini, doğrudan genelevlerde, La Boca’nın karanlık sokaklarındaki
batakhanelerde doğmuş olabileceğini öne sürüyorlardı.

La Boca rıhtımına yanaşan gemilerden inenler, Sicilya’dan, Kalabriya’dan, Endülüs’ten, Napoli’den,
Barcelona’dan gelen işşiz güçsüz takımıydı. Birçoğu da ülkesinde polis tarafından arandığı için bu
uzak topraklara kaçmışlardı.

Yazar Nedim Gürsel bir yazısında, tangonun doğuşunu şöyle anlatmıştı: “Genelevde çalışan bir
kadının sırtından geçinmek, mezbahada sığır kesmekten ya da kentin zengin mahallerine öküz
arabalarıyla erzak taşımaktan daha çok işlerine geliyordu. Akdeniz güneşinde yanmış, genç ve
yakışıklıydılar. Deyim yerindeyse bıçkın delikanlılardı. Ama, ‘bıçağın karanlık parıltısı’ndan da bir
şeyler vardı bakışlarında. Tango, ilk başta işte bu insanların dünyasını yansıtan, genelevde
çalıştırdıkları kadınlarla ilişkilerini, bıçak dövüşlerini, kıskançlıklarını dile getiren bir ezgi ve dans
biçiminde ortaya çıktı. Ağza alınmayacak sözlerle, çete başlarının dillere destan serüvenleriyle bir
repertuvar oluşturdular…”

ARJANTİN’İN HER ŞEYİ

Bir göçmenin Hamburg’dan getirdiği ve o zamandan bu yana tango orkestrasının vazgeçilmez
çalgısı olan bandoneon, tüm bu şarkılar için kimi zaman hırçın, kimi zaman kederli, kimi zaman
neşeli nağmeler üretti.

Buenos Aires genelevlerinde doğan, uzun süre yönetim tarafından yasaklanan tango, 1910’larda
Paris’in seçkin gece kulüplerinde baş tacı edilince, Arjantin’e bu sefer “soylu bir kültür” olarak geri
döndü. Şimdi tango Arjantin’in her şeyi oldu.

Eğer Buenos Aires’e giderseniz, kimi zaman çalan bir kaset eşliğinde iki dansçı, kimi zaman bir
kahveden sızan ezgiler, ya da sokağın bir köşesinde bandeneon çalan bir müzisyen size kentin
ritmini dinletir. Ernosto Panzio, Rosendo Mandizebal, Osvaldo Pugliese, Vicento Greco, Everisto
Carriego, Pascual Contorsi, Carles Gardel, Astor Piazzola’nın eserleri insanı alıp götüren melonkolik
ezgilerle bezelidir. Eğer onlara kapılırsanız, Buenos Aires’i hiç unutamazsınız.

Vejetaryenler giremez!

Arjantin, tangosu kadar lezzetli etleri ile de ünlü. Dünyanın en lezzetli etlerini bu ülkede yedim.
Sadece bonfile, patates kızartması ve Malbec şarabı üçlüsünü tadabilmek için binlerce kilometre
yolu göze alıp Arjantin’e gidebilirim.

Arjantin’e giderken gözümün önünden bonfilelerin, bifteklerin, T-bone steak’lerin, iki parmak
kalınlığında doğranmış ve kabuğu ile birlikte kızartılmış patateslerin, chorizo’ların uçuştuğunu itiraf
edebilirim. Bu ülkeye önceki gidişlerimde, gerek Patagonya’da gerekse Buenos Aires’te yediğim
etlerin lezzetini yıllar boyu unutamadım. Bu nedenle, dünyanın bir çok yerinde gittiğim et
lokantasında (New York’taki Peter Luger hariç) yediğim etleri beğenmedim. Son gezimde, bu lezzetli
etlerin tadına yeniden bakabileceğim için çok heyecanlıydım.

Eğer vejeteryansanız Arjantin’e gitmenizi pek önermem. Çünkü bu gezi sizin için tam bir kabusa
dönüşebilir. Yani bu ülke et severlerin cennetidir. Hiçbir akşam yemeği kalın, sulu, lezzetli bonfilesiz,
bifteksiz, sosissiz, yüreksiz, böbreksiz düşünülemez. Bunların yanına yakışan tek sebze de patates
kızartmasıdır.

Arjantin etinin sırrı, güneydeki uçsuz bucaksız pampa’larda gizlidir. Hayvan sürüleri, bu pampaların
otları ve çiçekleri ile beslenirler. Etin lezzetli olması için burada her şey mevcuttur: Temiz hava, bol
su ve geniş otlaklar.

Parillas denen et lokantalarını ülkenin her köşesinde bulmanız mümkündür. Buralarda akşam
yemeği servisi 21.00’den sonra başlar ve gece yarısına kadar sürer. Yani Arjantinliler de tüm
Akdenizliler gibi akşam yemeğine geç oturup geç kalkarlar. Yani sağlık tutkunlarının “akşam yemeği
erken yenmeli” safsatasına pek yüz vermezler.

Arjantin’de etler ya ızgarada kızartılır ya da asado denen teknikle pişirilir. Bu teknikte ortada ateş
yakılır. Ortadan ikiye ayrılıp, çarmıha gerilmiş kuzu veya keçiler, ateşe doğru meyilli olarak yatırılır ve
döndürülerek kızartılırlar. Ateşte kullanılan odun, ülkenin kuzey doğusundaki ormanlardan gelir. Bu
odunların ateşi daha dayanıklıdır ve yanarken çıkan duman etlere bir başka koku ve lezzet katar.
Asado yaparken etin üstüne sirke, sarımsak, adaçayı, kekik, maydanoz, kırmızı biberden oluşan özel
bir sos sürülür. Bu nedenle etten yükselen koku insanın aklını başından alır.

Izgarada ise sıcaklığın 120 dereceyi geçmemesine özen gösterilir. Etler sadece birer kere alt üst
edilir. Eğer daha fazla alt üst ederseniz, etin içindeki suyu kaçırır, kayış gibi bir bonfile yemek
zorundu kalırsınız. Arjantinliler eti az pişmiş (paco hecho) severler. Eğer iyi pişmesini istiyorsanız
“Bien hecho”, orta karar istiyorsanız “Al punto” demeniz gerekir. Eğer sosis seviyorsanız kendinizi
şanslı sayabilirsiniz. Çünkü dünyanın en lezzetli sosisi “Chorizo” Arjantin’de yapılır. Hafif baharatlı bu
sosis, yemeğin başlangıcında masaya gelir ve mideyi et ziyafetine hazırlar.

Kabuklarıyla kalınca dilimlenmiş ve yağda altın sarısı kızarmış patatesler, bu lezzetli etlerin en iyi
eşlikçisidir. Tabii Arjantin’in ünlü Malbec şarabını da etin yanında yudumlamayı asla ihmal etmemek
gerekir.

26.01.2009

Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki