20.5 C
İstanbul
Salı, Mayıs 27, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 39

Tango ve Dansın Gerçek Rengi

Tango dansın gerçek rengi
Tango dünyasının en beğenilen ve kaliteli orkestralarından Orquesta Color Tango’nun yarın gece Profilo Kültür Merkezi’ndeki konserine ünlü tango ustası Gustavo Naveira, partneri Giselle Anne ile yapacağı dansla eşlik edecek. 21 Nisan Cumartesi akşamı ise üstün performanslarıyla zevkle dinlenen orkestra ve dünya sahnelerinde ilgiyle izlenen dans çifti bir Milonga gecesinde buluşacak.

Son yıllarda dünyayı etkileyen tango fırtınasında Türkiye de payına düşeni yaşamakta. Özellikle gençler tarafından tangonun dansına ve dolayısı ile müziğine yönelen ilgi ve beğeni çizgisinin yükselişi, davet edilecek sanatçı ve müzisyenlerin artık çok daha titiz ölçüler içinde değerlendirilmelerini zorunlu kılıyor. Bu bakımdan 20 Nisan gecesi Profilo Kültür Merkezi’nde bir konser verecek olan Orquesta Color Tango topluluğunun günümüz tango dünyasının en beğenilen ve en kaliteli orkestralarından biri olması ve bu konsere katılacak gene dünyaca ünlü Gustavo Naveira – Giselle Anne dans çiftinin seçimi, bu duyarlılığın bir sonucu.

Orquesta Color Tango, 1989 yılında Osvaldo Pugliese orkestrasının iki deneyimli müzisyeni; bandoneonist Roberto Alvarez ve kontrbasçı Amilcar Tolosa tarafından kurulmuş 7 kişilik bir topluluk: 2 bandoneon, 2 keman, piyano, klavye ve kontrbastan oluşuyor. Öncelikle klasik tangoları kendi düzenlemeleri ile çalıyorlar. Bu çalış tarzında genellikle Osvaldo Pugliese’nin ve Troilo ‘nun etkileri belirmekte. Böylelikle zaman içinde yapılmış en güzel düzenlemeler usta ve deneyimli bir süzgeçten geçtikten sonra bir prizmanın içinden geçercesine ayrı bir güzellikle karşımıza çıkıyor.

Deneyimli müzisyenler

Bugün Arjantin’de Leopoldo Federico, Raul Garello, Carlos Garcia, Sexteto Mayor gibi büyük isimlerin yanında yeni kurulan tango orkestraları genellikle gençlerden oluşmakta. Dansın gördüğü yeni ve büyük ilginin bu orkestraları D’Arienzo, Canaro veya Pugliese stilinde çalmaya zorlamasıyla o günleri yaşamamış ve o sesleri ancak kayıtlardan izleyen, duyan bu yeni müzisyenler, doğal olarak bazı problemlerle karşılaşıyor. Gigi De Angelis, Beba Pugliese, Color Tango gibi topluluklarda ise deneyimli ve usta müzisyenlerin bu dengeyi çok iyi sağladığı görülüyor.

Color Tango’nun müzik serüveni 1990 yılında büyük övgüler ve alkışlarla karşılanan ve hemen bütün Hollanda kentlerini kapsayan 26 konser ile başlar ve bu arada ilk CD kayıtlarını da gerçekleştirirler. Fransa ve Japonya turnelerinden sonra, 1991 yılında Arjantin Ulusal Radyo Televizyonu için yoğun bir çalışma içine giren topluluk, bu kapsamda San Martin Tiyatrosu, Recoleta ve Alvear Tiyatrosu’nda konserler verir. Baradero Festivali’ne katılır. 1992 yılında İspanya’da yapılan Exposevilla 92’de gala gecesinde çalar. 1993 yılında topluluk ”Tangueros” adlı bir gösteri ile İtalya’nın Modena, Rimini, Bari, Catanina, San Marino ve Torino kentlerini dolaşır, Portofino ve Güney Amerika Festivali’ne de aynı gösteriyle katılır. 1994 ve 1995 yılları, Orquesta Color Tango’nun İtalya, Hollanda, Fransa, Norveç, İsveç ve Brezilya sahnelerindeki başarılarına tanıklık eder. Aynı yıl Buenos Aires’te çıkan ikinci albümleri ”A Todo Orquesta” ise Arjantin Gösteri Haberleri Derneği’nce (A.C.E.) yılın en iyi plağı ödülünü alır ki, günümüze kadar gelen süre içinde topluluğun yaptığı albüm sayısı 5’e ulaşacaktır.

1966 yılında Los Grandes Del Tango Argentino (Arjantin Tangosunun Büyükleri) adlı bir gösteri ile gene Japonya turnesi var ve bu göz kamaştırıcı şova Juan Carlos Copes Elsa Maria, Carlos Rivarola gibi tangonun en ünlü dansçıları da katılır. 1998 New York; ”Bulevar De Milonga” performanı ve Julio Cortazar ‘ın bir öyküsünden uyarlanan Compania Tangueros adlı gösteri, Orquesta Color Tango’yu zirvelere taşır. 1999 Zürih’teki Uluslararası Müzik Festivali’ne Quinteto Real ve Rodolfo Medoros ile birlikte davet edilen 3 orkestradan biri de Color Tango’dur.

Gerçekten üstün performanslarıyla zevkle dinlenen Color Tango orkestrasının elemanlarına gelince:

Roberto Alvarez: Bandoneonist, şef ve besteci. 12 sene Pugliese orkestrasında bandoneonist olarak çalmış, birçok düzenlemeleri yapmış, aynı zamanda Maypa, Y Sigo Aqui, Pilo, Chacabuqueando gibi tangoların da bestecisi.

Amilcar Tolosa: Kontrbasist, Rodolfo Biaggi ve Luciano Leocata orkestralarında bandoneon çalmış, basçı olarak da Stampone, Nestor Marconi ve en önemlisi 12 yıl Osvaldo Pugliese Orkestrası’nda çalışmış. Tangonun en deneyimli müzisyenlerinden biri.

Luciano Jungman: Bandoneonist. Buenos Aires’in ünlü hocaları ile çalışmış genç nesil müzisyenlerinden.

Diego Lerendegui: Viyolonist. Gene eski Pugliese Orkestrası elemanlarından biri.

Gustavo Mule: Viyolonist. Arjantin Ulusal Senfoni Orkestrası üyelerinden.

Analia Goldberg: Piyanist. Klasik müzik kökenli. Ünlü hoca Pablo Aguilar ‘ın armoni ve kompozisyon öğrencisi. Cuarteto Almargo’nun düzenlemelerini de yapıyor.

Gustavo Hunt: Klavye. Aynı zamanda klarnet ve saksofon çalıyor. Ulusal konservatuvarda saksofon hocası.

‘Tango Dersi’nde oynadı

Color Tango ile aynı sahneyi paylaşacak olan Gustavo Naveira-Giselle Anne dans çifti ise son yıllarda dünya sahnelerinde ilgi ile izlenen gerçek sanatçılar. Gustavo Naveira, Türkiye’de de gösterilen ”Tango Lesson” adlı filmin oyuncularından biri ve tango dansında, sadece Arjantin’de değil, Avrupa ve Kuzey Amerika’da da büyük akisler uyandıran yeni bir öğretim sisteminin öncüsü. Buenos Aires Teatro Colon’da sahnelenen Marathon adlı operanın koreografı olarak da ün kazanmıştı.

Partneri Giselle Anne ise Mariano Mores , Tango Argentino ve Tango Passion gösterilerine katılmış gerçekten usta ve deneyimli bir dansçı.

Profilo salonlarında bir konser ve dans gösterisi olarak gerçekleşeek yarın geceden sonra, 21 Nisan Cumartesi akşamı aynı orkestra ve dansçıların Armada Oteli’nde bir ”Milonga” gecesinde buluşmaları tasarlanmış. Ekonomik olarak büyük sıkıntıların yaşandığı günümüz Türkiyesi’nde, bu zor fakat benzersiz derecede güzel olabilecek organizasyonu yapan ”Bailo Tango” , İstanbul’daki bütün tango ve sanatseverlerin gösterilere katılacağına ve yeni bir şölen yaşanacağına inanıyor. Bizim görüşümüzde bu yönde.

FEHMİ AKGÜN
Cumhuriyet Gazetesi 19.04.2001

Tangonun Büyülü Sesi: Bandoneon

Bandoneon, tangonun vazgeçilmez enstrümanı, simgesidir. Bandoneon sadece bir tango sazı değil, ”Porteno” nun yani Buenos Aireslinin değişik kuşaklarının arkadaşı, sırdaşı ve yaşamının bir parçası olmuştur. Ünlü tango şairi ve bestecisi Enrique Santos Discepolo şöyle özetliyor: ”Hiçbir enstrüman, hatta keman bile bizim duygularımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi ve hıçkırıklarımızı anlatmakta bandoneon kadar başarılı olamaz. O, tangonun lirik ruhudur.”

Viyana’da yaşayan bir Türk müzisyenin, Viyana ve Miami üniversitelerinde öğretim görevlisi Ertuğrul Sevsay ‘ın 1995 yılında kurduğu ”Tipik Tango Orkestrası” da aynı adı taşımakta: Band-O-Neon…
Bundan önce de Türkiye’ye birkaç kez gelerek konserler veren orkestra, bugün ve yarın akşam saat 20.00’de 1. Uluslararası İstanbul Bahar Festivali içinde Aya İrini ‘de ve 15 Mayıs günü de Boğaziçi Üniversitesi ‘nde çalacak.
Grubun kurucusu, şefi, bandoneonisti ve düzenleyicisi Ertuğrul Sevsay , aslında bir tıp doktoru, ama Cemal Reşit Rey ile başlayan ve 10 yıl süren müzik öğrenimi onu Avrupa’da ve Amerika’da en uç noktalara kadar taşıyacaktır. 1983 ”Sinfonietta Alla Turca” adlı eseri ile Viyana Şehir Ödülü’ nü kazanan ve Viyana Senfoni Orkestrası ile seslendiren Sevsay , 1985 senesinde Amerika’ya gitmiş ve müzik doktorasını tamamlamıştır. 1992 yılından başlayarak Güney Amerika müziğine özellikle ‘ tango ‘ya duyduğu ilgi ile bu yönde çalışmalar yapan ve Buenos Aires’te ünlü tango müzisyenleri ile tanışan sanatçı, bandoneon çalmasını öğrenmiş ve Viyana’da Band-O-Neon adlı ”Tipik Tango Orkestrasını” kurmuştur.

Band-O-Neon, orkestrası 3 keman, 2 bandoneon (bazen 3), çello, kontrbas ve piyanodan oluşmakta; grubun iki solist şarkıcısı ve dansçısı var. Tümüyle klasik müzik alanından gelen orkestra elemanları ise çeşitli milletlerden oluşuyor: Kemanlarda Serkan Gürkan, Esen Kıvrak (bandoneon) ve Engin Yafet, çelloda Ruben Dubrowsky, piyanoda Robert Wildling, kontrbasta Pablo Martin, bandoneonlarda ise Ertuğrul Sevsay ve Esen Kıvrak yer almakta. Solist şarkıcılar Luis Cardenas ve Bağdasar Bayvertyan. Orkestranın bu konserine katılacak dansçılar ise Tanju Yıldırım – Esra Akyatan, Simon – Alejandra olarak seçilmiş.

Band-O-Neon, düzenleme ve icra olarak ”klasik tarzı” yeğlemekte. Bu da son zamanlarda Arjantin’de de yaşanan akıma paralel bir gelişme olarak nitelenebilir. 80’li yıllarda artık ölmüş gözü ile bakılan ”tipik orkestra” formasyonu, ”dans” ın gösterdiği başdöndürücü yükseliş ile birlikte 40’lı yılların çalış stiline dönmeyi gerektirdi. Bugün Buenos Aires’te 15 kadar orkestra; Alfredo Gobbi, Osvaldo Pugliese, Juan D’Arienzo, Julio De Caro gibi bir dönemin efsanevi topluluklarının çalış stilini benimsemekte ve kurulan bu yeni topluluklarda o eski altın dönemin müzisyenlerinden bir veya birkaçı önderlik etmekte.

Orkestranın bir amacı da 1925-1955 yılları arasında ”Türkçe Tango” ları yeni düzenlemelerle çalmak ve onları güncelleştirmek. Bu bakımdan 2000 yılı ilkbaharında çıkan CD’lerinde tango tarihinde ilk defa olarak Arjantin ve Türk tangoları bir arada kaydedilmiştir.

Band-O-Neon ‘un bu konserlerinde 9 De Julio, Felicia, La Yumba, Recuere, La Cumparsita gibi klasik tangoların yanında, El Dia Que me Quieras, Volver gibi sözlü tangolara, bir Piazzolla kompozisyonuna: Verano Porteno; ve ”Mazi”, ”Yıllar”, ”Kimse Sevdiğimi Bilmez”, ”Yalan” gibi Türkçe tangolarada yer verilmiş…

FEHMİ AKGÜN
Cumhuriyet Gazetesi 12.05.2002

Mazi Kalbimde Bir Yaradır

Bana tanıdıklarımın zaman zaman sordukları bir soru vardır, “Tango merakın ne zaman başladı?” Ben de onlara, söyleşilerde özellikle sanatçıların verdikleri cevabı tekrarlarım, “Çok küçük yaşta”.

Aslında bu soru “Müziğe merakınız ve yakınlığınız ne zaman başladı?” olmalıdır. Çünkü müzik bir bütündür. Bir türü sevip de diğerinden anlamam ve zevk almam demek bir güdük anlayıştır. Resmi severim de edebiyatı sevmem, şiir sevmem. Klasik müzik dinlerim de hafif müzik sevmem veya Türk sanat müziği dinlerim, türkülerimizden hoşlanmam… gibi. Böyle bir şeyi kabul etmek istemiyorum.

 Ne demiştik, sanat bir bütündür ve sanatçı da bu bütünün içinde yoğrulan ve gelişen insandır. Tango derken söz nereye geldi. Gelin biz gene tangoya dönelim ve benim gibi aynı yılları, aynı yaşam dilimlerini paylaşan insanlar gibi, önce bu zevklerin nasıl algılandığını anlatalım, bir öykü gibi…

Kadıköy’de, Acıbadem’deki evimizin çatı katında, Kalamış koyuna, Fenerbahçe’ye ve adalara tepeden bakan bir balkon vardı. Bu çatı katının bir kenarında da “Sahibinin Sesi”, halk arasındaki deyimi ile “köpek marka” bir gramofon vardı. Markanın ambleminde, borulu gromofonun önünde plak dinleyen bir köpek resminden dolayı da adı böyle anılırdı. Çevremden bir şeyler algıladığım günler, hani o çok küçük yaş günleri… Bu gromofondan o güzel manzaraya karşı annem, babam oturup plak dinliyorlar… “Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?..”

Ali Rıfat Çağatay’ın “Tereddüt” isimli fantezi şarkısı. Yanılmıyorsam Münir Nureddin Bey’in ilk plaklarından. Sonra arkasından plak değişiyor, bir hanım sesi, bu da fokstrot…
“Sordum ismi sarı yapıncakmış/ Belli kaç gencin kalbini yakmış” ve Seyyan Hanım söylüyor, Türkçe tangoların ilk kadın solisti, bugün bizler için efsane olmuş bir ses. Plak gene değişiyor ve gene Seyyan Hanım’ın sesi…
“Mazi kalbimde bir yaradır/ Bahtım saçlarından karadır….”

Sarı Yapıncak

“Sarı Yapıncak”, Necip Celal Andel’in ilk bestesi; 17-18 yaşlarında yazmış. “Bu benim bestem” dediğinde inanmamışlar ama. “Mazi” ise ilk tangosu 18-19 yaş heyecanıyla bestelenmiş, o kadar çok sevilmiş ki bu foksrot ve tango dillerden düşmemiş yıllarca. “Sarı Yapıncak”ın notasının üzerinde üç bininci baskı yazıyor. Ama ne yazık ki tarihi yazmıyor. 1920’lerin sonu ve 30’ların başı ama hangi yıl üç bininci baskı olmuş, bilmiyoruz.

“Sarı Yapıncak”ın ve “Mazi”nin sözlerin de Necdet Rüştü Efe yazmış. Şimdi gene eski yıllara dönelim. 1950’lerde yayımlanan Radyo dergisinde A. Vedat Akın’ın Necip Celal ile yaptığı söyleşiden “Mazi”nin nasıl doğduğunu bestecisinin sözlerinden  okuyalım.

-Necip Bey dedim, hangi hissin tesiri altında kalarak tango bestelediniz?..

Düşündü… Derin bir nefes aldı. Bütün dikkatime rağmen, bir yaraya diken batırmışım gibi onun mustarip ruhuna dokunduğumu anlamıştım.

“İlk tangomu 1928 senesinde besteledim” dedi ve “ilave etti:

“O zamanlar 18-19yaşlarında bir talebeydim. Taksim Gazinosu’nda, ismini zikretmeyeceğim bir Alman kızı ile tanışarak sevişmeye başladık. Bu kızcağız bir fabrikatörün kızıymış. Babası onu, zorla bir adamla evlendirmek istiyormuş. Kız zoraki nikahtan kurtulmak için soluğu İstanbul’da almış. Tanıştığımızın on beşinci günüydü. Tarih Temiz 1928. Onunla buluşmuştuk. İpek gibi sarı saçlarını dizimin üstüne yayarak, lacivert menevişli gözlerini gözlerimin ta derinliklerine çevirerek uzun uzun baktı ve inleyen bir sesle şöyle dedi:
-Necip, içim sıkılıyor. Kalbim göğsümü parçalayacakmış gibi vuruyor. Bana öyle geliyor ki seni bir daha göremeyeceğim.

O zaman bu sözlerini saçma olarak vasıflandırmıştım. Teselli ettim ve üç gün sonra buluşmak üzere ayrıldık. Her zaman olduğu gibi o gün de üç gün değil otuz senelik bir hasretin doğurduğu heyecanla randevu verdiğim yere koştum. Saatlerce bekledim… Heyhat ne gelen var, ne giden.Deli gibi pansiyonuna koştum. Ev sahibi madam, onun hiçbir adres bırakmadan memleketine gittiğini söyledi. Bu gidiş de şöyle olmuş: Kızın babası ve nişanlısı buraya gelerek zorla götürmüşler.

“Mazi” doğuyor

Pansiyondan ayrılarak geç vakit Boğaz’da çok sevdiğim İstinye’ye döndüm. Karşıki sırtlardan yükselen mehtabın akan sulara serptiği sarı parlak benekler koyu yeşil dalgaların üstünde kah uçuşuyorlar, kah batıp biraz sonar yine beliriyorlardı.

O zaman sağlam olan gözlerimi, bu sarı parıltıların üstüne tespit ettim: Zerreler büyüdü ve karşımda bana iki satır mektup bile yazmadan meçhule uçup giden sevgilinin hayali belirdi. Bir müddet ona baktım. Az sonra bu hayalle gözlerimin arasında gittikçe kalınmayan bir buzlu cam belirdi. Zira ağlıyordum. Kafasın içinde akisler yapan melodinin peşi sıra hemen piyanoya oturdum ve ilk tangomu, “Mazi”yi besteledim.”

İşte ilk Türk tangosu olarak kabul ettiğimiz “Mazi”nin öyküsünü bestecisi, bir haftalık magazin dergisine böyle anlatıyordu. Bu tango bestelendiği günden bu yana tam 62 yıl geçmiş. Ama hala dipdiri yaşıyor, ölümsüz bir eser olmuş ve bestecisini de ölümsüz kılmış.

Ben, Necip Celal Andel’i 1955 yazının bir gecesinde tanıdım. Cağaloğlu’ndaki Eminönü Halkevi’nin salonunda, bir arkadaşımızın düğününde. O zamanlar hep arkadaş düğünleri veya nikahları olurdu, şimdi ise hep cenazelerde buluşur olduk. Piyanoda tangolarını seslendirirdi Necip Celal, dans etmek isteyenler oldu, haber gönderdi piyanonun başından; “Ben tango çalarken lütfen dans edilmesin.” O çalarken dans etmek, onun müziğini hafife almak gibi geliyordu herhalde. O küçük yaşlarımdan tangolarına hayran olduğum insanla karşı karşıya idim ve tanışmıştım.

O yıllarda bizim bir koromuz vardı. 1933’lerde Kadıköy Halkevi’nde kurulmuş ve hocamız Hulusi Öktem’in büyük eğitimci yönü ile idealizmi sayesinde 1959 yılındaki ölümüne kadar devam etmişti. Necip Celal’i tanıdığım yılda Türkiye Milli Talebe Federasyonu korosu olarak çalışmalarımızı sürdürüyorduk. O akşamki düğün de yine bir koro arkadaşımızın düğünüydü. Necip Celal’i bir koro çalışmamıza davet ettik, bizi kırmadı geldi. Hulusi Öktem hocamızla ve diğer arkadaşlarımızla tanıştı.

Kendisi de bizleri Sultanahmet’teki evine davet etti. Sultanahmet Camii’nin denize bakan güzel bir apartmandı burası, eskiden bir konak varmış, sonra yerine Necip Celal’in babası bu binayı yaptırmış. Çalışma odası, girişte, bahçe katında, küçük fakat  müzik ve tarih kokan bir yerdi. Duvarlarda dünyanın en ünlü müzisyenlerinin ona imzaladıkları resimlerden şimdi anımsadıklarımı düşünüyorum da. Pablo Casals, Gaspar Cassado, Vasa Prishoda ve şimdi aklıma gelmeyen çok ünlü isimler.

Yıllarca tangolarını büyük bir zevkle dinlediğimiz, o tangolarla sevip hayaller kurduğumuz, romantik günlerimiz, sevinçlerimiz ve acılarımız, hepsi bir anda toplanmışlardı sanki ben ve arkadaşlarım Necip Celal’in oturma odasında, onun çaldığı piyanosu ile beraberken. Güzel tangolarını hep beraber söylüyorduk. Mazi, Suna, Yıllar, Özleyiş, Kimse Sevgimi Bilmez ve diğerleri.

Necip Celal, koroyu çok severmiş ve bizimle tanışması da ona tangolarının bazılarını koro için dört sese aranje etme ilhamını verdi ve yaptıda. Önce “Özleyiş”i düzenledi, “sevdim bir genç kadını” sözleriyle başlayan bu çok ünlü tangosuna, ben “Türk Cumparsitası” derim aradan bu kadar yıl geçti bugün bile hala dipdiri yaşıyor.

NEDİM ERAĞAN

Cumhuriyet Gazetesi 28.10.1990

60 Yıllık Eşsiz Tango

Necip Celal, Suadiye Plajı’nda, Alman şarkıcı Evelin Hold ile sabaha kadar dans eder ve yeni bir beste doğar

“Sevdim bir genç kadını…”

Bazı haftalar, derken bazı günler derken bizler Necip Celal’in çalışma odasında sık sık buluşur olduk; müzik yapıyor, sohbet ediyor, ona gelen diğer sanatçı ve ünlü kişilerle tanışıyorduk. Çoğu zaman, iki kardeş arasında bile olmayan bir gönül, bir ruh beraberliğimiz olduğunu anladım. Artık o benim Necip ağabeyim, ben de onun kardeşiydim. Dertlerimizi, sevinçlerimizi dinler, hatta hatta geçmişte kalmış aşklarından söz açar, her tangosunun bir sevgi üstüne kurulduğunu anlatırdı. Sanatçının, bestecinin malzemesi de sevgi değil midir?

 Bu yazı için eski yıllarda çıkmış radyo ve müzik magazin dergilerini karıştırdığımda, Necip Celal ile yapılmış söyleşilerde görmemesine rağmen, sanki gören bir insan gibi harekete ettiğinden, geniş bir kültüre sahip olduğundan, başta Almanca olmak üzere birkaç lisanı çok iyi konuştuğundan, keman, piyano, mandolin, banço, akordeon gibi sazları ustalıkla çaldığından söz ediliyor.

Evet, Necip Celal’i anlatmak çok güç, çok yakın olduğum için bu güçlüğü daha da iyi anlıyorum. Onun karanlık dünyası kendisi için hiç önemli değildi. Pırıl pırıl, aydınlık bir dünyası vardı ki gören insanlarda bile aç bulunur. Tasavvufta “gönül gözü” diye bir deyim vardır; işte onun gönül gözü açıktı. Gene eski bir dergiden A. Vedat Akın’ın yazısından şu satırları aktaralım:

“Onun ıstırabının derinliğini hissedebilmek için gözlerimi kapıyorum. Karanlık içersindeyim. Yarım dakika bile buna tahammül edemiyorum… Necip Celal ne büyük bir insan ki bu duruma isyan etmiyor ve hayatından şikayetçi olmuyor.Çünkü o, büyük bir bestekar olduğu kadar Allah’ına da inanan bir insandır. Onun için her şey Allah tarafından verilir ve verilen şeyin geri alınması sadece ve sadece onundur…”

Çok modern, güzel giyinen, sağlığına dikkat eden, yazın başlayıp kasım ayı ortalarına kadar deniz banyolarının ihmal etmeyen, sigara hele hele hiç içki içmeyen, ayrıca “Yeşilay Cemiyeti” üyesi olan, ramazanda oruç tutan, fırsat buldukça namaz kılan, velhasıl her haliyle mükemmel bir insandı Necip Celal Andel.

Bir gün gittiğimde “Nedim, terzime provaya gidelim” dedi. Çıktık, Sultanhamam’da bir handaki terzisine gittik. Yolda, “Provada kusurlar görürsen bana söyle” dedi. Bana bir şey söylemeye fırsat kalmadı ki. Elleriyle elbiseyi şöyle bir yokladı, “Şurasında pot yapıyor, burası şöyle olmuş, düzeltirsin” diyerek terziye ne yapacağını tarif etti. Ben bakakaldım… İşte böyle komple bir insandı.

Çevresi genişti
Çok tanıdığı ve tanıyanı vardı, zaten ünlü bir kişiydi. Onunla gezdiğimiz günler, sayesinde çok insan tanıdım. Babasının öğrencisi olan Ord. Prof. ve o yılların İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ı tanıdım, İdealtepe’deki evinde beraber yemek yedik, uzun sohbetlerine katıldım, gene orada Roma hukuku profesörü Ziya Umur’u tanıdım, zengin opera koleksiyonundan çeşitli solistler dinledik, müzik üzerine uzun söyleşilerimiz oldu. Ziya Umur’la hala görüşürüz. Ve daha birçok ünlü kişiyi onun sayesinde daha öğrenciyken tanıdım.

Necip Celal’in gönül gözü açıktı demiştim. Bu sayede olacak, insanları çok iyi tanırdı. Sevdiğini bütün içtenliği ile sever, kırıldığı zaman da bir daha o kişinin adının dahi anmazdı. Onu anlatmak için çok güç dedim ya. Necip Celal’i tanımak için beraber çalışmak, sohbetlerine katılmak, günlerinizi onunla paylaşmak gerekti.

Babası hukuk profesörü Mehmet Celaleddin Bey, çok güzel kanun çalarmış. O zamanki deyimle adliye nazırlığı ve şürayı devlet reisliği yapmış.  Ticaret Kanunu’nun da yapıcısı imiş. Aynı zamanda Fenerbahçe Kulübü’nün de kurucularındanmış. Bu yüzden olacak, Necip Celal koyu bir Fenerbahçeliydi. Radyodan maçları dikkatle dinler, sonra dostlarına nasıl oynadıklarını, nasıl penaltı attıklarını, maçı görmüşçesine anlatır, kritiğini yapardı.

Her yanda karanlık

Onu anlatmaya galiba satırlar yetmeyecek, iyisi mi gelin biz gene tangoya dönelim. Necip Celal’in 50 yıllık ömründe bestelediği 11 tangosu vardır. Bunların hiçbiri diğerine benzemez. Para kazanmak endişesiyle piyasada çalışmadığı için dinleyicinin istekleri doğrultusunda beste yapmak zorunda kalmamış, kendi duyuşlarını rahatça kullanma olanağına sahip olmuştur.

İkinci tangosu olan “Ayrılık” şu sözlerle başlar: “Ne kadar dertliyim bir bilsen, acımıyor musun sen/ Hasretin kalbimi neden yorsun, gelmiyor musun gelmiyor musun.” Ve ikinci küplede şu sözler onun artık görmeyen dünyasının en içten anlatımıdır: “Karanlık sardı her yeri, kaldır şu perdeleri/ Sen y oksun diye güneş de söndü, odam zindana döndü…”

Sözleri de kendisine ait olan bu tangosunun müziği ise 19-20 yaşındaki bir besteci için olağanüstüdür. Bu tango 1932 yılında Avusturya’nın ünlü dans orkestrası şefi Charly Gaudriot tarafından Viyana Radyosu’nda seslendirilmiş.Necip Celal’in tangolarının çoğunun sözlerini Dr. Bedri Noyan yazmıştır. Bugün bile çok ünlü “Özleyiş” isimli tangosunun sözlerini ise N. Celal ve B. Noyan imzasını taşır. “Sevdim bir genç kadını” sözleri ile başlayan “Özleyiş” nasıl doğmuş?

Gene 50’li yıllarda çıkmış bir dergiden aktaralım bu anıyı: Ünlü Alman film yıldızı Evelin Hold, İstanbul’a gelir, konserler verir ve bu arada “Mazi” isimli tangoyu söyler. Bunu bir tanıdık Necip Celal’e haber verir. Necip Celal, telefonda “Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle İstanbul’a gelsin de benim tangomu okusun” dediğinde tanıdık cevaben: “Bir Cumhuriyet Gazetesi al da oku” der. Gazeteyi okur, haber doğrudur. Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli’ne telefon eder, Evelin Hold, “Ben de sizi arıyordum, bekliyorum, gelin” der. Akşam Tokatlıyan’da buluşurlar. “Mazi”yi çok beğendiğini ve konserlerinde okuduğunu söyler, diğer bütün eserlerine de ilgi gösterir. Bilhassa gözlerinin iyileşmesi için temenni de bulunur ve Kadıköy, Hale Sineması’ndaki konserinde buluşmak üzere ayrılırlar.

Ertesi akşam “Hale” Sineması’nın bahçesindeki konsere giderler. Bahçe hınca hınç doludur. Evelin Hold, sahnede görünür, müthiş bir alkış kopar. Sırası ile Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söyler ve nihayet sıra Türkçe’ye gelir, birdenbire “Mazi” çalmaya başlar. Evelin Hold, bağırır. “Mazi, Necip Celal!!!” Şayanı hayret bir tatlılıkla söyler. Eser biter, tekrar eder, ellerini takdirde öper. Ertesi akşam Suadiye Plaj Gazinosu’nda buluşmak üzere ayrılırlar.

Suadiye Plajı

Şimdi o geceyi Necip Celal’in satırlarından aynen aktarıyorum:
“Suadiye Plajı bu akşam bana her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Hollywood muhabiri Turan Aziz ve daha birçok sevdiğim arkadaşlarım….

…. Şimdi elimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor, kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi. (İşte, sayın okurlar “Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer…” sözleri burada şekillenmeye başlıyor demek ki) Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli seranad. Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu.

Gazino tamamıyla bizim için kapatılmıştı. Dans ettik, eğlendik, bana dans ederken “Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan eksik etmeyeceğim” dedi.

Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden coşup gelen birtakım sesler var, Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordeonu elime alarak “Ayrılık”ı çaldım.

İşte o esnada bana, üzerine çok samimi yazılmış birkaç satırla beraber bana güzel bir resmini verdi (Bu resim Necip Celal’in çalışma odasında asılı dururdu), teşekkür ettim ve gayri ihtiyari dedim ki:

“Bu gece, bana birçok şeyler ilham etti. Kafamın içinde dolaşan bir melodi var, yeni bir kompozisyon olacak. Müsaade ediniz, bunu size ithaf edeceğim.”

Her zamanki gibi kibar, sevimli tavrı ile bu ithafın kendisini çok sevindireceğini söyledi.

Sabaha kadar dans

Ve tekrar dans etmeye başladık. Ona, “Ne olur bu gece hiç bitmese” dedim. O sırada plajın saati 3’ü çalıyordu. Ertesi günü memleketine dönecek  olan bu güzel artiste iyi bir seyahat temenni ederek bizleri unutmamasını söyledim.

“Siz de bizi” cevabını verdi. Ve ayrıldık. O akşam ağabeyimin Erenköy’deki köşkünde kalacaktım, yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Zihnim hep o melodi ile meşgul. Öylece pencerenin kenarına oturdum; dışarıda öten yaz böcekleri, uzaktan gelen kurbağa sesleri, ara sıra karşımızdaki köşklerin sık ağaçları arasında  öten tek bir bülbül var.

Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu.

Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım.

Bu bir irticaldi, işte o irticalden bugünkü “Özleyiş” doğmuştur. Hem de tam manasıyla bir özleyiş.

Sevdim Bir Genç Kadını

Notayı kendisine gönderdim. Verdiği cevapta teşekkür ediyor ve bu eseri hayatının en güzel hatırası olarak saklayacağını söylüyordu.”

İşte, Necip Celal’in anlatımından “Özleyiş” tangosunun nasıl doğduğu.

“Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını/ Her şey beni ona bağlar, kalbim durmadan ağlar/ Gitti o dönmeyecek, aşkım hiç sönmeyecek/ Uzun yıllar geçse bile, yaşarım hayaliyle/ Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer/ Bu sesimle ona ersem dünyaya değer/ Ne yazık ki deniz engin şu ufuklar ölgün/ Bin elemle doğuyor her yeni gün/ Yarın olsun, yarın olsun diye renkler soluyor/ Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor/ Bu karanlık günün elbet gelecektir sonu, kalbim özlüyor onu…”

Necip Celal’in birçok tangosunun sözlerinde karanlık, gece, renklerin solmasına sözcüklerine sıkca

rastlanır.

NEDİM ERAĞAN

Cumhuriyet Gazetesi 29.10.1990

Tango Üstadından Fenerbahçe Marşı

Ne demişler eskiler: “Aşk olmayınca meşk olmaz.” Bestecilerin sevgi ve aşkları (Tabii bu Sezen Cumhur’un her programında, her anonsta söz ettiği aşk değil. Kişiye kişilik veren, eser verdiren ve o kişiyi eserlerinde yaşatan aşklar bunlar) yıllarca insanlarda güzel duygular vermiş ve bunlar kişilerin anılarında yıllar ötesine aktarılmışlar.

Necip Celal’in bestelediği 11 tangosunun son üç tanesi hariç hepsi Seyyan Hanım tarafından plağa okunmuştur. Ülkemizde yayınlanan bir Türkçe tango “Mazi”nin ilk solisti Seyyan Hanım olmuştur.1931-32 yıllarında. Genel 30’lu yıllar içinde Münir Nureddin “Ayrılık” isimli tangoyu plağa kayıt etmiş, fakat bundan sonra tango plağı yapmamıştır. “Suna, Özleyiş, Kimse Sevgimi Bilmez, Yıllar, Günler, Bir An İçin.” Mazi ve Ayrılık isimli tangolar, Necip Celal’in ayrı ayrı güzellikte, çok popüler olmuş tangolarıdır. O günleri bilen tangoseverlerin unutamadıkları isimlerdir bunlar.

 Necip Celal’in plak olarak yayımlanmamış, sözlerini de kendisinin yazdığı son üç tangosu vardır: “Benim Şarkım”, bunun notası notası yayımlanmıştır, kapak düzenini karikatür sanatçısı Nemci Rıza Ayça yapmıştır ve notanın üzerinde opus 14 sayısı vardır. “Geçmiş Zaman” opus 13 sayısının taşırı, fakat notası yayımlanmamıştır.Bu tangonun sözlerini Necip Celal, “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” atasözünden esinlenerek yazmıştır.

“Bir hakikat anlattı ki her insan, yalnız bir kere severmiş / Andıkça o sevgiyi zaman zaman, çok ıstırap çekermiş / Sevgi coşkun sel gibi akar geçer, arar gönüllerde bir yar. / Sonra taşar herkes içer / ister genç ister ihtiyar / Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer / Bir an acı duyar insan belki sevmişse biraz eğer / Anlar ki geçenlerin rüyasıymış hepsi meğer / Rüya olsa bile o günlerin hayali cihan değer.”

Ve son tangosu “Damla damla” gene sözleri kendisinin, notası yayımlanmadı. Bu tangoyu beraber çalışmamıza, ondan öğrenmememe fırsat olmadı. Necip Celal de beraber çalıştığım bir arkadaştan notasını istedim, Engin Ege’ye verdim, o da orkestra düzenlemesini yaparak repertuara aldı. Zaman zaman İstanbul Radyosu Tango Orkestrası’nın yayımlarında Şecaattin Tanyerli söyler.

“Pırıl pırıl yıldızların ışığı nur gibi iner suya / Vuslata varan yol olur yakın / Benliğimi sarar rüya / Meleklerin sesindeki deva / O sesleri sen bestele diyen / Varlığımı saran sema / Neşeler zaman zaman / Birleşir gönülde gamla / Alem bir nefes olur/ Gözyaşlarını saklar / Renkler şimdi ses olur / Yakınlaşır hep uzaklar / Dökülür yaşlar o an damla damla.”

Bu tangoyu besteledikten kısa bir süre sonra beklenmeyen hastalık onu bizden ayıracaktı. Dikkat edilirse bu tangonun sözlerinde beklenen sonu sezmiş,. Hissetmiş bir insanın duyuşları vardır.

Fenerbahçe Marşı

Biz gene geriye dönelim. Necip Celal’in Hulusi Öktem’in korosunda arkadaşlarımla tanıştıktan sonra yaptığı çalışmaları kısaca anlatayım. 1955 yılında tanışmamız ve onun koro müziğine olan sevgisi çalışmalarının yönünü değiştirdi. Önce “Özleyiş”i, ardından “Benim Şarkım”ı, sonra “Geçmiş Zaman”ı koro için dört sese düzenledi. “Fenerbahçe Marşı” – ki bu marşı çok sevdiği Fenerbahçe Kulübü’ne adamıştı- o yönden ilgilenen olmadığı için bir kenarda unutulurdu. Şimdi Fenerbahçe Marşı diye statlarda “Viva İspanya” pasodoblesi söyleniyor. Sanki İspanya’da  “Viva Türkiye” diyorlarmış gibi, biz burada yaşa İspanya diye bağırıp duruyoruz. Fenerbahçe Marşı adı altında. Necip Celal’in büyük bir sevgi ile bestelediği bir “Fenerbahçe Marşı” bulunduğunu kulüp idarecilerine duyurmak isterim.

Ayrıca yalnız koro için Yahya Kemal’in “Akşam Musikisi” şiirini gene dört ses üzerine bestelemişti:
“Kandilli’de eski bahçelerde / Akşam kapanınca perde perde / Bir hatıra zevki var kederde.”

Necip Celal, bu eserlerini seslendirmemiz için hocamız Hulusi Öktem’den izin istedi, onun da onayını alınca önce İstanbul Radyosu’nda “On Beş Günde Bir” isimli dinleyici karşısında yapılan özel programda “Benim Şarkım” tangosunu dört sesli koro ile seslendirdik.Büyük ilgi gördü. Ardından radyoda on beş dakikalık bir program “Özleyiş, Benim Şarkım, Geçmiş Zaman” tangolarını gene koro ile söyledik. Bu arada ben de aradaki solo bölümlerini okuyordum.

Erkek sesinde ben, kadın sesinde Nezahat Onaner solisttik. Derken gene “On Beş Günde Bir” özel programında “Akşam Musikisi”ni seslendirdik… Günler bu çalışmalarda geçip gidiyordu. Klasik Batı müziği koro parçalarını çalıştığımız Hulusi Öktem hocamızın korosundan sonra tangoları dört sesle söylemek bizlere çok değişik gelmişti. Belki de dünya tango literatüründe bunu ilk kez Necip Celal yapmıştı.

Arjantin’de olsaydı

Ben o yıllarda plaklarda böyle bir şeye rastlamamıştım. Yalnız Rum tangolarında solistler arasında iki ses çok kullanılmıştır. 1974 yılında Arjantinli besteci Mariano Mores’in tangolarını koro ile kayıt ettiği bir plak elime geçti ve hemen arşive aldım. Demek ki bu değerli insan  Necip Celal, Arjantin gibi tangonun ülkesinde olsaydı dünya çapında bir besteci olurdu. Hatta diğer tango bestecilerimiz de. O, yıllar sonra yapılan koro ile tangoyu yıllar önce yapmıştı.

Necip Celal ile ilk solo tangomu 19 Mayıs 1956’da kayıt edilen ve Orhan Boran’ın sunduğu “On Beş Günde Bir” özel programında söyledim. BU radyo mikrofonuna ilk yalnız çıkışımdı. Üstelik dinleyici dolu bir salona karşı. “Gel” isimli tangoyu Nezahat Onaner ile beraber solo ve iki sesli olarak söyledik, tabii piyanoda Necip Celal vardı. Ben de hata yapmadan söylemek için zorladım kendimi. Bir yanlış olsa geri dönmeye olanak yoktu. Dinleyenler karşısında ayıp olurdu. Tango bitti, ama bende de hal kalmamıştı.

Dinleyenlerden, büyük bir alkış koptu.. Bu, Necip Celal’e, onun müziğine hayran olanların, onun tangoları ile yaşayanların alkışıydı. Program ertesi gün gecesi yayımlandı. Sinyal ve anonsu şöyleydi: “Emel Gazimihal’in sesinden ‘On Beş Günde Bir’: Programı tertip ve idare eden: Faruk Yener. Takdim eden: Orhan Boran. Teknik kayıt ve montaj: Sabit Karamani” ve gene sinyal müziği… Ülkemizde televizyonun olmadığı günlerde evlerde en büyük eğlence radyo dinlemek, hele hele bu özel programları dinlemekti.

O günlerde İstanbul’dan tatile giden uzaktaki bir sevgiliyi birkaç gün sonra karşımda görüyordum… Radyodan tangoyu dinlemiş. “Gel seni çok özledim / Yolunu gözledim / Gece gündüz seni bekledim… “

Bir şarkı, bir tango, daha doğrusu müzik sınır ve zaman tanımıyor. Çok uzaklarda da olsanız insanları bir araya getiriyor. Bunlar ne güzel, ne temiz gençlik duygularıydı.

Bu arada bir noktayı açıklamak isterim. “Gel” isimli tango Necip Celal’in diye biliniyor. Bir Fransız tangosu üzerine Necip Celal tarafından yeniden düzenlenmiş ve Türkçe söz yazılmıştır. Basılı olarak yayımlanmış notanın üzerinde de “Eski bir motif üzerine tertip ve güfte: Necip Celal” diye yazar.

İTÜ Televizyonu

Gene 1956 yılı, 1 Kasım günü, İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu deneme yayınları yapıyor. İstanbul’daki alıcı sayısı ise 50 civarında. Televizyon stüdyosu, Taksim’deki eski Taşkışla binasında. Hani bir ara otel yapalım, yapmayalım tartışmaları sürüyordu, işte o bina.Teknik Üniversite Radyosu’nda da programlarını düzenleyen Fatih Pasiner. Rahmetli Afif Yesari de spikerlik ve sunuculuk yapıyor. Necip Celal gene piyanonun başında, bir başka öğrencisi Ferhan ismindeki bir kız arkadaşımızla beraber tango söylüyoruz. Bazı tangoları solo, bazılarını da iki sesli olarak seslendiriyoruz. Ve bu benim ilk defa bir televizyon kamerası karşısına çıkışım oluyor.

Çok enterasandır ve “dünya küçüktür” dedikleri kadar varmış… 1969 yılında ilk kez Avşa adasına gittiğimizde, kaldığımız otelin terasında bir hanımefendi, “Ben sizi tanıyorum, siz televizyonda Necip Celal’le tango söylemiştiniz” demez mi. Hanımdaki hafızaya ve dikkate hayran oldum. Yıl 1956, yıl 1969. Aradan tam 13 yıl geçmiş ve İstanbul’daki alıcı sayısının 50’ye ulaşmadığı günlerden bir anımsama.

Necip Celal’in bütün tango ve diğer eserlerini notaları Beyazıt’ta, kütüphanenin arkasında, eski cadde üzerinde dükkanı bulunan Şamlı İskender Kudmani tarafından basılıp yayımlanmış.Bu notaları karıştırdığımda bazılarında Almanca sözler görüyorum. Ve bir kişiye adanmış bazıları. Örneğin opus 5 “Yalova” isimli moderato şarkısında “Yalova incisini memlekete hediye eden Büyük Gazi’ye” yazılı. Opus 8 “Gençlik Marşı”, Milli Türk Talebe Birliği’ne.

Opus 9 “Kimse Sevgimi Bilmez” isimli tangosunu Alman orkestra şefi Bardabas von Geczy’ye ithaf edilmiş. Bu ismi Türk müzikseverleri eski plaklardan çok iyi anımsarlar. Ve tabii bu tangoda da Almanca sözler var.

Başta “Özleyiş” tangosu olmak üzere bestecinin birçok tangoları Almanya ve Viyana’da ünlü orkestra ve solistler tarafından seslendirilmiş; bunu kendisinden duymuştum.

Opus 10 “Yıllar” isimli tangoya arkadaşı Fazıl Sarper tarafından Fransızca söz yazılmış ve ünlü Fransız şarkıcısı Tino Rossi’ye adanmış.

Opus 11 “Günler” isimli tangosu ünlü dans orkestra şefi  Xavier Cugat’a adanmış. Opus 12 “Bir An İçin” isimli tangosu ünlü şef Mantovani’ye adanmış. Dedim ya çevresi çok geniş olan bir kişiliği vardı.Beyoğlu’nda Tünel’e girerken bakarsanız orada görevli memur gelir “Merhaba Necip Bey, nasılsın…” derdi, İstanbul’da yurtiçinde ve yurtdışında onun kadar çok tanıdığı ve dostu olan insan pek az tanıdım.

Tango ve lied

Necip Celal, tangoda ritmin yanı sıra şarkı formuna, tango-lied formuna ağırlık veren bir besteciydi. Aslında tango da dans müziği olmasının dışında her şeyden önce bir şarkı ve lieddir.

Genç yaşta ölümüne kadar çok çalıştı Necip Celal. Bir viyolonsel sonatı, viyolonsel konçertosu, – ki buna Gaspar Cassado’ya adanmıştı- Vasa Prihoda’ya adadığı keman konçertosu, obua konçertosu yazdığı eserler arasındadır. Ne yazık ki bunları seslendirme olanağı bulamadı. Notaları kardeşi Prof. Belkıs Özdoğan’da sanıyorum ve bunları gün ışığına çıkarmasını diliyorum.

1957 yılının yaz aylarında Necip Celal’in giderek artan karın ağları başladı. Sonbaharda Haseki Hastanesi’nde Dr. Sedat Tavat Kliniği’ne yattı.Teşhis, karaciğer kanseriydi. Yapacak hiçbir şey yoktu. Bancosunu yanına aldı, hasta yatağında yeni kompozisyonlar, çıkarmaya çalışıyordu. Müzik yapmadan, çalışmadan duramazdı. “Nedim, bak buradan çıkayım neler yapacağız. Koro için yeni düşüncelerim var, diğer tangolarımı da koroya aranje edeceğim…” gibi hep ileriye dönük çalışmalarını düşündükçe kuvvet buluyordu.

Dolmuştaki kız

Sık sık hastaneye ziyaretine gidiyor, bu çok sevdiğim insandan nasıl ayrılacağımı düşünüyordum. Bir gün bekleme salonunda eski bir arkadaşı ile karşılaştım. 10 yıl sonra gördüğüm bu iyi insanı sesinden tanıdım. Ortaokulda yalnız bizim sınıfa derse gelen matematik hocam Mehmet Ali Bey’di. Asıl Davutpaşa Ortaokulu’nun hocasıydı, bize ek derse gelirdi. Çok sevmiştim bu insanı. Bilirsiniz, matematik dersi pek sevilmez. Onun sayesinde hiç sevmediğim bu dersi zevkle çalışıyor, en zor denklemlerin bile üstesinden geliyordum.

“Ben” dedi, “Necip’in çok eski arkadaşıyım, bir akşam İstinye’deki evlerinden Sultanahmet’e dönüyorduk. Dolmuşta arka sıraya iki genç kız oturdu. Birinin konuşma sesi çok güzeldi. Necip, bu sesten çok etkilendi. Ve konuşmalarından isminin Suna olduğunu öğrendik. Eve geldik, piyanoya oturdu ve “Suna” isimli tangoyu besteledi.

‘O akşam gözlerine bakarken, vuruldum sana bil ki çok erken’ sözleriyle başlayan bu tango da hiç tanımadığı ve bir daha belki hiç karşılaşmayacağı bir genç için bestelenmişti.”

Nereden nereye, 1947 yılında beni okutan hocama rastlayacağım, Necip Celal’in eski arkadaşı olacak ve bana “Suna” tangosunun öyküsünü anlatacaktı hastanenin bekleme salonunda.

29 Kasım 1957; ziyaretine gittim, yanına kimseyi almıyorlardı. O akşam yedek subay okuluna kayıt olmak için Ankara’ya hareket ettim. Ertesi sabah Ankara’da gazeteyi okuduğumda beklediğim haber vardı: “Türkçe tangoların bestekarı Necip Celal Andel vefat etti…”

Cenazesi çok kalabalıkmış. Bulunamadım. Genç, güzel kadınların çokluğu dikkati çekmiş cenazede. O zaten güzele ve güzelliğe aşıktı. Kötü ve kötülük onun yanında barınamazdı. Henüz 50 yaşına bile varmadan yitirdiğimiz Necip Celal Andel’in cismi bugün Topkapı’daki mezarlıkta yatıyor. Ruhu bizlerle ve tangoları ile beraber daha yılllarca yaşayacak.

NEDİM ERAĞAN

Cumhuriyet Gazetesi 30.10.1990

Fehmi Ege Çalar, Atatürk Söyler

Pera Palas’ın balo salonunda orkestra “Mehtaplı Bir Gecede” tangosunu çalmaktadır. Atatürk, osırada salona getirilen Fehmi Ege’ye sorar: “Bu tangoyu sen mi besteledin?” “Evet şimdi kemanınla çal, hep beraber söyleyelim”. O keman çalarken Atatürk bir elini Fehmi Ege’nin omzuna koyar ve tangoyu söylemeye başlar.

1994 yılında İstanbul Radyosu deneme yayınlarına başlamış, bir süre sonra da düzenli yayına geçmişti. Cumartesi akşam saat 18.00’de hiç kaçırmadan dinlediğim bir tango vardı: “Necdet Koyutürk Tango Orkestraso. Solist: Şecaattin Tanyerli.”

 O güne kadar 78 devirli taş plaklardan dinlediğimiz Seyyan Hanım, Birsen Hanım, Seyide Poroy, İbrahim Özgür gibi zamanın tanınmış solistlerinden sonra bu düzenli tango emisyonları bizleri pek sevindirmişti.

1942-43 yıllarında İstanbul’dan parazitle dinleyebildiğimiz uzun dalga Ankara Radyosu’ndan Fehmi Ege Orkestrası ve solisti Celal İnce’nin sesinden dinlediğimiz tangolar ise o güne dek kulaklarımızdan silinmemişti.

Bazı meslekler vardır, kişiyi şanslı kılar; kişi, çevresinde tanıdığı insanlarla da mutlu olur ve görevini büyük bir zevk ve sevgi ile yapar. Radyoculuk, yayıncılık, hele spikerlik böyle mesleklerden biridir. 1960 yılında İstanbul Radyosu’nda spiker olduğum zaman, ismen uzaktan tanıdığım iki ünlü isimle yakından tanıştım. Fehmi Ege ve Necdet Koyutürk.

Fehmi Ege de 1950 yılının başlarında Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda görevinden ayrılarak İstanbul’a gelmiş ve Ankara Radyosu’nda olduğu gibi, İstanbul Radyosu’nda da tango orkestrasını kurmuştu. Bir cumartesi Fehmi Ege Orkestrası, bir cumartesi de Necdet Koyutürk Orkestrası olmak üzere yayınlarına devam ediyorlardı.

Ben spikerliğe başlayınca, daha sonra banda alınan bu programlara girer, anonslarını yapar, büyük bir zevkle stüdyonun içinde tangoları dinlerdim. Fehmi Ege, hem solo kemanı çalar hem de orkestrayı yönetirdi. Son yıllarda yalnız yönetti, kemanı çalacak takati yoktu.

Uzaktan hayranlık duyduğumuz sanatçılar vardır. Onlar sizin için ulaşılması güç bir büyük insan, bir mükemmel insan, bir devdirler adeta. Tango dünyasından Fehmi Ege olsun, Necdet Koyutürk olsun ve Orhan Avşar olsun beni düşünüşlerimde hiç ama hiç yanıltmamışlardır. Hala iyilikleri, efendilikleri ile yaşıyorlar.

Fehmi Ege’nin bugün bize bıraktığı 300’e yakın tangosu var. Şu tangosu çok ünlüdür diyemiyorum, çünkü bu kadar çok tangonun içinde çok tutmuş, popüler olmuş tangoları da çok fazla. “Sana Nerden Gönül Verdim, Ayrılık, Gel Eski Günlerim, Ne Kadar Çok Sevmişti Bu Gönül Seni, Bir Melek Gibi Masum, Mehtaplı Bir Gecede, Emelim, Kirpiklerin, En Son Hatıran” ve daha niceleri. Bunun dışında orkestra eserleri de vardır. “Köy Düğünü, Esir Dansı, Perili Mağara, Çoban Kızı, Kağıthane Rapsodisi, Sihirli Bilezik, Tanzara” gibi. Bunlar aynı zamanda plağa kaydedilmiştir.Fehmi Ege, çok eser veren bir besteciydi. Tangolarının hemen hepsinin sözlerini de kendi yazmıştır. Kanto müziğini yaşatan, bu tipte yeni müzikler besteleyen Fehmi Ege, 12 yaşında kemanı ile Direklerarası’nda sahne önünde oturmuş, o yaşta profesyonel olmuş. Şehzadebaşı, Direklerarası tiyatro ve eğlence yerlerinde en iyi bir kişiydi.

1902 doğumlu olan Fehmi Ege, ilk tangosunu “Meçhul” isimli bir operet için yazmış, bu operette başrolü oynayan Cemal Sahir, Beyoğlu’nda Tarlabaşı’nda, bir bekar odasında, son günlerinde ziyaretine giden Fehmi Ege’ye “Meçhul operetinde en güzel okuduğum şey tango…” diyecek ve Ege’nin bestelediği ilk tangosunu o yaşlı hali ile yarım yamalak söyleyecek ve bir bant kaydında arşivde kalacaktı. Döneminde çok ünlü operet sanatçısı olan Cemal Sahir, Tarlabaşı’ndaki yalnız odasında bir gün köşeye kıvrılıp kalacaktı.

Ata çağırınca

İlk Türkçe tango olan Necip Celal’in “Mazi”si 1932 yılında plağa kayıt edilmişti. Fehmi Ege ise çalışıp didinmekten o sıralarda beste ve plak kaydı ile uğraşamaz. Ancak 1935-36 yıllarında “Mehtaplı Bir Gecede” isimli tangosu plağa kayıt edilen ilk tangosu olur. Tabii Seyyan Hanım’ın sesinden. Çok sükse yapar ve bu tango ve ardından başka plak kayıtları gelir. Artık Fehmi Ege ismi plaklarla yayılmaktadır.

Bir gece İstanbul’da çalıştığı lokalde işi bitmiş, evine dönmek üzeredir. Salona birkaç polis girer. “Fehmi Ege kimdir?” derler. Fehmi Bey, sessizce ve korkarak “Benim efendim” der. “Bizimle geleceksin” dediklerinde büsbütün heyecanlanır. Motosiklete biner ve yola çıkarlar. Fehmi Ege halen nereye gittiğinden habersiz ve şaşkındır. Tepebaşı’nda Pera Palas’a gelirler, içeri girerler, “Fehmi Ege siz misiniz?” diye karşılanır. “Buyrun efendim, Gazi hazretleri sizi emrettiler” derler.

Balo salonunda Büyük Ata ile karşı karşıya gelir, orkestrada o anda “Mehtaplı Bir Gecede” tangosu çalmaktadır. Atatürk sorar, “Bu tangoyu sen mi besteledin?” Çekinerek “Evet efendim” der. “Haydi öyleyse şimdi kemanınla çal, hep beraber söyleyelim” dediğinde Büyük Ata, o anda Fehmi Bey rahatlar, ama heyecanlıdır ve Ata ile ilk defa karşılaşmaktadır.

Atatürk, bir elini Fehmi Ege’nin omuzuna koyar “Mehtaplı bir gecede görüp sevmiştim onu” tangosunu onun kemanı eşliğinde söyler ve bütün salona söyletir. Radyodaki söyleşimizde, bir ses bandına anlatmıştı bu unutulmaz anıyı Fehmi Ege.O günden sonra Atatürk Fehmi Ege’yi Ankara’ya ve o zamanki adı ile Riyaseti Cumhur Senfoni Orkestrası’na aldırır, sonra ölümüne kadar Ata’nın huzurunda özel orkestrası ile O’nun sevdiği müzikleri ve tangoları seslendirir.1950 yılı başına kadar Fehmi Ege Ankara Radyosu’nda müzikseverlere unutulmaz tangolarını Celal İnce, Mefharet Atalay, Saime Kentmen, Nezahat Onaner, Bedriye Tüzün (besteci, Ferit Tüzün’ün ablası) ve bugün anımsayamadığımız birçok güzel sesten dinletmiş ve Türkçe tangoları bizlere sevdirmiştir. 1940’lı yıllarda bu programların devam dinleyicilerinden biri de ilkokul çağlarında olan bendim.

Zeki Müren söyleyince

1950 yılı başında Fehmi Ege İstanbul’a gelir. O sıralar Ankara Radyosu’nda Cemal Başargan, Sabahattin Özbaş tango orkestrasını devam ettirirler.

1953-1954 yıllarında Zeki Müren, Fehmi Ege Tango Orkestrası ile İstanbul Radyosu’nda düzenli olarak yayınlara katılır. Türk müziğinde gösterdiği başarıyı tangoda da sürdürür ve dinleyiciler tarafından çok beğenilir. Zeki Müren’in tango yorum için Fehmi Ege yıllar sonra bana şöyle demişti: “Tangolarımı o kadar iyi yorumluyor ki benim bestelerken notaya yazmadığım şeyleri yapıyor ve tangoya yeniden bir renk katıyor.” İyi bir yorumcu olmanın müziğe kazandırdıkları bunlar işte.

1960 ve 70 yılları içinde İstanbul Radyosu’ndaki emisyonlara zaman zaman Türk müziği sanatçılarından Ayla Büyükataman ve Tülin Yakarçelik de katılırlar. Kendi türlerindeki ustalıklarını Türkçe tangolarda da gösterirler. Yer yer iki sesli söyledikleri tangolar Fehmi Ege Orkestrası’nın en güzel kayıtları arasında yer alır.

Tango söylemeyi küçümser gören bazı sanatçılara rastlamışımdır. Tango söylemenin ayrı bir yetenek, ayrı bir yorumculuk işi olduğunu vurgulamak isterim burada. Her önüne gelen sanatçının “Ben tango söylerim ne ki” gibi tavırla işe başladıklarında nasıl döküldüklerini görmüşüzdür. Neyse bu ayrı konu, onlara dünyaca ünlü tango solisti Suzanna Rinaldi’yi dinlemelerini tavsiye ederim.

Şimdi eski yıllarda yayımlanmış dergilerden Fehmi Ege ile ilgili yazı ve söyleşilerden birer alıntı yapalım:
“Radyo Haftası, sayı 47, 14 Nisan 1951. Fiyatı 30 kuruş. Zeki Tükel yazıyor: ‘Çok mütevazı bir adamdır. Hayatı daima objektif görür. Kimseden akıl danışmayı sevmediği gibi akıl da dinlemeyi istemez. Doğru konuşur. Yalana hiç tahammülü yoktur. O, saadeti kemanında ve yuvasında bulmuştur. Üçüncü bir saadeti daha vardır, boş zamanlarında evinin bir köşesinde, çok dağınık masası başında, merceğini sağ gözüne takıp fenni tamirat işleri ile meşgul olmasıdır…”

“Radyo Sesi dergisi, 12 Eylül 1953, sayı 29. Yazan Cavide Kasapoğlu… Fehmi Ege’ye soruyor; ‘Bestelerinizi yaşarken nelerden ilham alırsınız?’
‘Aklıma gelen her şeyden. Zamanında sümüklü böceğinden gidişinden bile…’
‘Aa.. Sümüklü böcekten ilham alınır mı hiç?’
‘Kocaman kabuğunu üzerine yükleyip ne mütevazı gidişi vardır onun, bizim gibi hayat yükünden şikayetçi değil.”

Sanatçı eşi

“Radyonun Sesi dergisi, 23 Ocak 1954, sayı 48/15. Yazan: Gültekin Ovacık. Yazar bu kez Fehmi Ege’nin karısına soruyor:
‘Size birisi telefon etse, ‘Fehmi Ege sevgilisiyle birlikte falanca yerde oturuyor’ dese kıskanır kızar mısınız?’
Gülerek Fehmi Ege’ye bakıyor ve: ‘Katiyen. Madem ki bir seveninin yanındadır, kendisine fenalık gelmeyeceği için müsterihimdir.’”

Sanatçı ve hele bir besteci karısı olmak hiç de kolay değildi herhalde, eşi rahmetli Hafize Hanım için.

Bir gün stüdyoda, orkestrasının kaydına girdim. Yanıma geldi “Geçen gün hanım bana sitem etti. ‘Fehmi, bunca yıldır sevgililerine, başka kadınlara hep tango besteleyip durursun. Benim için hiçbir şey yazmadın’ dedi. Ben de ona bu besteyi yaptım. Bugün ilk defa seslendireceğiz. Parçanın adı: ‘Ah Hafizem, Vah Hafizem’. Bayon ritminde bir parça” dedi ve dinledik. Yüzlerce tangodan sonra eşi Hafize Hanım’ın o büyük vefakarlığı üzerine ona bu parçayı adamıştı Fehmi Ege.

Orkestrasında solist olarak tango söylememi çok istedi. Fakat o günlerdeki görevim “hafif müzik bölüm müdürlüğü” idi. Benim servisime bağlı olarak çalışmalarını sürdüren bu orkestrada söylemem bana bulunduğum görevi kendi çıkarıma kullanıyormuşum gibi geldiği için bu isteğine olumlu cevap veremedim.

1967 yılında, spikerlik servisindeydim. Şecaattin Tanyerli, böbreğinden bir operasyon geçirmişti. Necdet Koyutürk Tango Orkestrası’nın solisti yoktu. Zorunlu olarak 3-4 emisyon bu orkestranın solisti oldum.

Sonra gene 1980 yılında –ki o zamanın yayın yönetim müdürüydüm-gene Şecaattin Tanyerli’nin izinde olduğu bir dönemde solistsiz kalan Engin Ege yönetimindeki Radyo Tango Orkestrası’nın birkaç programına katılmak zorunda kaldım. Bunlar benim için çok güzel anılar olarak kaldı.

Ama daha fazlasını yapmak istemedim. Tango orkestrasının programları bana açıktı, devam edebilirdim. Fakat görev anlayışım buna engeldi.

NEDİM ERAĞAN

Cumhuriyet Gazetesi 31.10.1990

Türkçe Tangoda Anılar Rüzgarı

Necdet Koyutürk, Türk tangosunun üç temel taşı olan bestecilerin en genciydi. Fehmi Ege 1902,Necip Celal 1910, Necdet Koyutürk 1921 doğumluydu. Gençlik yıllarında başlayan müzik tutkusu, Haydarpaşa Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında da devam etmiş, tangoya artık dört elle sarılmıştı.

1949 yılında Şecaattin Tanyerli’nin sesinden plağa kayıt edilen “Papatya” isimli tangosu bugün bile çok seviliyor. “Rüzgar Gibi Geçti, Şüphe, Dinle Sevgili,Yıllar Var Ki” ve niceleri unutulur tangolar değildir. Müzik insanları o kadar çok etkiler ve eğitir ki bir yerde kişinin yaşamına yön verir, gelişmesini yönlendirir.

 

Aynı aileden alınan görgü, terbiye gibi, okuldan alınan eğitim gibidir müzik. Resim yapmayan, şiir veya roman yazmayan insan çoktur, ama bir şarkı bilmeyen insan yok gibidir. Müziğin ne türü olursa olsun, herkes mırıldanacak, söyleyecek bir müzik biliyordur.

İşte bestecilerin önemi burada ortaya çıkar. Sanatçıyı toplum yetiştirir. O da yetiştiği toplumun duygularını, zevklerini yansıtır. İkisi birbirinden soyutlanamaz. Kültür ve görgü düzeyi yüksek toplumun yetiştirdiği sanatçılardan o düzeyde eser alırsınız. Bunun aksi olan toplum düzeyinde yetişmiş kişilerse – ki bunların sanat yönleri tartışmaya daima açıktır- verdikleri seviyesiz ve kalitesiz eserlere toplumun seviyesini  daha da düşürürler. Çünkü müzik en etkin ve yaygın bir sanat türüdür.

İşte tango bestecilerimizin, ülkemiz insanı üzerinde büyük önemi vardır. Bizler bu insanlara çok şeyler borçluyuz. Bunun değerini de, yaşadığımız günlerde daha da iyi anlıyoruz.orhan avşar ve orkestrası

Notada isimler

1930’larda basılmış bir Türkçe tango notasının kapağına bakıyorum. “Şamlı İskender Kutmani- Musuki Alatı ve Nota Neşriyat Evi-İstanbul Beyazıt- Üniversite Caddesi No. 18 telefon 21856” O yıllarda İstanbul’un nüfusu birkaç yüz bin. Bu notaevi basıp yayımladığı notalarla müzik kültürümüze çok hizmet etmiş.

Şimdi aynı notanın arka yüzünü çeviriyorum. Gene o yıllardaki tango bestecilerinin sırayla ismi var. Bu isimler hemen hemen Türk tangosuna eser vermiş bestecilerin tamamı. Demek ki hepsi notalarını İskender Kutmani aracılığı ile yayımlamışlar.

Sırayla aynen aktarıyorum: Halit Recep Arman, Halit Bedii Akçay, Nejat İrtel, Muhiddin Diler, Edip Ayel, İzmirli Zeki, Aziz Kutlu, Çongas, Mustafa Şükrü Alpar, Rıza, İhsan Balkır, Jak Aklan, Şükrü Sarıpınar, Kadri Cerrahoğlu, Muhlis Sabahattin, Nusret Rıfkı, M. Köksal, Ziya Sarıkartal, Ferdi Daryal, Nusret Rıfkı Hergüner, Necip Yakup Aşkın, M.Erinanç, Mihran Baron, Şeref Sarıpınar ve Necip Celal Andel. Bu isimler yalnız bu yayınevinin bestecileri. Fehmi Ege’nin bir tango notasına bakıyorum, başka bir isim var üzerinde. “Jorj D. Papujiu yayını. Yüksek Kaldırım 90 İstanbul.” Bu yayınevlerinin müzik yaşamımıza büyük katkıları olmuş.

Bugün basılmış bir tango notası arkasında bu kadar çok tango bestecisi isimlerini artık göremiyoruz. Necip Celal, hiç evlenmediği için aynı yoldan gidecek bir evlat bırakamadı. Fehmi Ege’nin oğlu Engin Ege, babasının çizgisinde müzik yaşamına devam ediyor. Her hafta kayıt edilen düzenli programları ile İstanbul Radyosu Tango Orkestrası’nı yönetiyor. Tangolar besteliyor, yeni düzenlemeler yapıyor. 

Necdet Koyutürk’ün iki oğlu Erdener ve Özdener Koyutürk kardeşler mesleklerinin dışında gene müzikle uğraşıyor, hafif müzik ve tango türünde besteler, düzenlemeler yapıyorlar. Onlar da Engin Ege gibi babalarından kalan bu çizgiyi devam ettirme çabasındalar. Bu vefalarını takdirle anmak gerek.Tango

Sarhoşum Sarhoş

Kadri Cerrahoğlu, birkaç yıl önce Ankara’da öldü. Ardından çok güzel tangolar bıraktı. Doktorluğunun yanı sıra tam bir profesyonel besteci gibi tangoları vardı. “Simsiyah Bakışların, Sarhoşum Sarhoş, Emel, Anneme” unutulmayacak eserleridir. Bu tangoları ve diğerlerini o zamanki eşi Zehra Eren kontralto sesi ile Ankara Radyosu’nda yıllarca seslendirdi. Dinleyenlerin kulaklarında unutulmayan izler bıraktı.

İbrahim Özgür, orkestrada saksofon ve klarnet çalarken 30’ların sonlarında ilk erkek solisti oldu Türkçe tangoların. Romantik şarkı stili ile müzikseverlerin sevgilisiydi. Tango ve müziksever arkadaşım, rahmetli Muktedir Özdağdeviren’in 6 Mart 1959 tarihli “Hayat” mecmuasından yazarak getirdiği söyleşide İbrahim Özgür, Fehmi Ege’ye şöyle der: “Fehmiciğim, Ankara Radyosu’nda senin tangolarını okurken az aşk mektubu almamıştım. Sen melodileri oya gibi işliyor, ben okuyordum. Mektuplar ise bana geliyordu. Çivi çiviyi söker, Beyoğlu, Yalan, Mavi Kelebek tangolarını, aşk mektuplarını daha çok kendime mal etmek için besteledim.O mesut günlerden elimde birkaç hatıra kaldı; Bir aşk hikayesi, üç dört melodi, 10-15 yıl öncesinin tarihini taşıyan aşk mektupları…”

13 Şubat 1959 günkü gazeteler, İbrahim Özgür’ün 11 Şubat gecesi bekar odasında kalp sektesinden öldüğünü yazıyorlardı. Büfenin üzerinde Engin Ege’nin doğum günü için aldığı bir demet karanfil bulunmuştu. Karanfile bir de kart iliştirilmişti: “Çok sevgili dostum Fehmi Ege’nin biricik oğlu Engin. Bu çiçeklerde 1959 yılının baharına erişmenin zevkini bulacaksın” diyordu. Ama İbrahim Özgür o bahara erişemedi.

Bu unutulmaz insanlar, besteleriyle, sesleriyle bizlere çok güzel baharlar yaşattılar. Sevdiler, sevdirdiler… Geriye birçok plakta sesleri,  birçok nota üzerinde tangoları kaldı.1930’lu yılların plak arşivlerinde, Seyyan Hanım, Birsen Hanım, Gönül Hanım, Afife Hanım, Mahmure Hanım, Seyyide Poroy gibi isimleri görüyoruz. Sonra Celal İnce ismi ve sesi bir rüzgar gibi eserdi gençler arasında. Şecaattin Tanyerli, 1949’da başladığı tango solistliğine bugünde İstanbul Radyosu’nun sözleşmeli sanatçısı olarak devam ediyor. Yaşar Güvenir, o yumuşak sesi ile ne güzel tango ve hafif müzik parçaları seslendirdi.

Orhan Avşar

Orhan Avşar’ı tangoseverler nasıl unutur? 1949 yılında başladığı İstanbul Radyosu’ndaki emisyonlarında Arjantin tangolarını solisti Selçuk Kaşkan’ın sesi ile dinleyenlerine sevdirmemiş miydi? Bakıyorum da şu ana kadar söz ettiğim bütün insanlar iyiydi, mükemmeldi. Hulusi Öktem hocamın bir sözünü anımsarım hep: “Müzikle uğraşan kötü insan olamaz” derdi. Doğruluğunu bu insanları tanıdıktan sonra daha iyi anladım.

25 yıl dört ay yaşadığım İstanbul Radyosu’ndaki günlerimde Fehmi Ege’nin İstanbul efendiğilini, Necdet Koyutürk’ün kibarlığını, Selçuk Kaksan’ın esprilerilerini, Orhan Avşar’ın beyefendiliğini nasıl unuturum? Bu saydığım isimler yalnız tango için. Ya diğerleri? Zaman o kadar çabuk  geçti ki bugün “Yeniden başlar mısın” deseler, hiç düşünmeden “Evet” derim. O insanları yeniden tanımak ve bir şeyler daha öğrenmek için.

Bir gün “Radyo Günlerim” başlıklı bir yazı hazırlarsam, burada yazıp bitiremediklerimi uzun uzun anlatırım sizlere sevgili okurlarım.

17 Ocak 1979 yılında, Kültür Bakanlığı’nın isteği üzerine Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salonu’nda yaptığımız “Fehmi Ege’yi Anma Gecesi”ni tangoseverler hala anımsarlar. Salon gecenin 01.00’ine kadar tamamen doluydu. Ben ve spiker arkadaşım Özcan Atamert’le beraber sunduğumuz bu gecede Seyyan Hanım’ı sahneye çağırdığım zaman yer yerinden oynadı.

Sonunda geceye katılan bütün sanatçıların  Necdet Koyutürk yönetimindeki orkestra eşliğinde ve koro halinde söyledikleri Fehmi Ege’nin “Ayrılık” isimli tangosunu, bütün salon beraber söylüyordu.

Sonra gelen mektuplarda bir “Tangoseverler Derneği” kurduk. 12 Eylül 1980 sonrası yeniden açmadık. Şimdi ise gene tango dostları atağa kalktık.

Bugünü dün, yarını da bugün meydana getirir. İnsanların geriye baktıklarında gelecek kuşaklara anlatacak bir şeyleri olmalı. Yoksa köşedönücülerin  teybe bir kaset koyarak neşe bulmaları ile hiçbiryere varamayız…

NEDİM ERAĞAN

Cumhuriyet Gazetesi 01.11.1990

Tango Konserleri

Geçmişten Günümüze “Sanata Bakış” köşemizde 2008 yılının unutulmaz müzik ve diğer sanat etkinliklerini anımsamayı, tekrar gözden geçirmeyi yararlı bulduğumu belirtmiştim. Bu amaçla yaz etkinliklerinden ilginç olanları yayımlanmıştı. Şimdi aynı yolda devam ederek müzik alanında ölümsüz olan konuya değiniyorum: Tango konserleri.

 Geçmişten Günümüze Tango Konserleri içinde çok önemli olan iki sanatçıyı bu haftaki köşeme alıyorum: Juan Carlos Caceres ve Amelita Baltar.

Juan Carlos Caceres hem piyanist, hem vokal yapan bir sanatçıdır. Tangonun yaratıcılarından olan Juan Carlos Caceres sanat tarihçisi, besteci, piyanist, söz yazarı ve ressam olan komple bir sanatçıdır.

1940 yıllarında Buenos Aires’te yetişmiştir. Sanat eğitimi sırasında çaldığı trombonuyla da efsanevi caz kulübü Gueva De Pazaroto’yu etkilemiştir. 1968 yılında Paris’e giden Caceres, o zamanın ünlü sanatçısı Marie Lafforet için çalmıştır. 1979 yılında ünlü techno-tango grubu “Gotan”, 1972’de “Malon” ve 1992’de “Tangofon” gruplarını kurmuştur. Arjantin’in tanınmış Rio De La Plata Gümüş Nehir’in politik, kültürel ve müzikal köklerini araştırmıştır. Seminerler vermektedir. Caceres ilham dolu, tutkulu ve ateşli bir sanatçı olarak Tango, Candombe, Murga ve Milonga’nın yeniden doğuşunu sağlayan eserler bestelemiştir. Üstün sesi ve çalgısıyla Arjantin ve Uruguay’ı birleştirmiştir. Caceres bu iki ülkenin müziklerini inceleyerek, Afrika ve Avrupa’nın ritimleriyle birleştirmiştir. Caceres’in müziği sayısız caz, Latin, dünya müziği ve büyük tango ile kaynaştırmıştır. Avrupa’da, ABD’de, Kanada’da konserler vermiştir. Birçok usta sanatçı ile birlikte konserler vermiştir.

Emir Kusturica, Richard Galliano, Tania Maria, Bebel Gilberto, Ray Barett, Goran Bregoviç ve diğer ünlüler ile birlikte çalışmalar yapmıştır.

Juan Carlos Caceres 2005 yılında yayımladığı Murga Argentina ve 2007’de yayımlanan Utopia albümleriyle geleceğin tangosunu yaratmaya devam ediyor. Juan Carlos Caceres’in müzik ekibinde vokalist olarak ve piyano çalarak kendisiyle birlikte viyolonselde Sedef Erçetin, bandoneonda Marisa Mercade, davullarda ve Cafon’da Marcello Russillo Bombo, Cajon’da bombo, vokalde Javier Estrella yer almaktadır.

“Geçmişten Günümüze Tango Eserleri” serisinde Amelita Baltar tangonun divası sayılmaktadır. Amelita Baltar, ünlü besiteci Piazzola’nın sesi olarak büyük bir üne sahiptir. Amelira Baltar, 1968 yılında yayımlanan ilk uzun çalarıyla ulusal disko festivalinde birincilik ödülü alan sanatçı olarak tanımaktadır. Astor Piazzola tarafından tanınmıştır. Piazzola’nın Horacio Ferrer ile birlikte yazdıkları Maria de Buenos Aires adlı opera eserinde Amelita Baltar büyük başarı kazanmıştır. Amelita Baltar kendine özgü sesi ve yorumu ile dünyaca tanınmış ve özellikle seslendirdiği tangolar ile tüm müzik dünyasını hayran bırakmıştır. Amelita Baltar “Amelitango” adı altında dünyanın pek çok sanat merkezinde verdiği konserlerden sonra Buenos Aires kentinin kültür elçisi sayılmıştır. Amelita Baltar kendisi için bestelenen ve tangonun en tanınan hit’lerini içeren albümleriyle Juan De Dios Filiberto orkestrasıyla birlikte 30. Sanat Yılı’nı kutlamıştır. Amelita Baltar Güney Amerika turnelerinde büyük başarılara sahne olmuştur. Amelita Baltar günümüzde “Destino Tango” adını taşıyan yepyeni albümüne hazırlanmakta olup, konserlerine de önem vermektedir.

SELMİ ANDAK

Cumhuriyet Gazetesi 06.07.2008

Film Festivalinde Ölümsüz ‘Tango’…

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın ”18. Uluslararası İstanbul Film Festivali” açılış galasında ”olağanüstü sanatsal değerde” bir film izledik. Sanat açısından bu değerlendirmeyi, ben kendi görüşümle, özellikle ”Tango” adlı filmde sadece müzik türlerinde Tango’nun gerek seslendirme, yorum, görüntü ve dans figürleri yönetiminin ve uygulanmasının çok başarılı bir seviyeye ulaşması bakımından olduğu kadar, her şeyden önemli olarak ”sinema ile müzik” sanatlarını birleştirmedeki üstün çizgi yönünden yapmaktayım…

Bence ”Tango” filmi gerek ”Tango” müziğinin dünyadaki ölümsüzlüğünü yansıtması, gerekse sinema sanatında ”duygu ile teknik” öğelerini yönetme ve görüntüleme açısından muhteşem bir film…

Bu değerlendirmemi ve yorumumu belki bazı okurlarımız biraz abartılı bulabilirler. Ancak, olayın niteliği açısından görünen gerçek değişmese de, ”Tango” filmini ve özellikle müziğini ve danslarını başından sonuna kadar içten bir duygusallık ve büyük heyecanla izlediğimi de açıkça belirtmeliyim! Bu durumun, çocukluğumdan beri müzikte tangoyla olan bağlantımın ve bende yarattığı etkinliğin rolü olduğu kuşkusuz… Tango, dünyayı kapsayan niteliğiyle ”evrensel” ve zaman tanımayışıyla ”ölümsüz” bir müzik.. Böylece, tango başlıbaşına ”yaşam” ı içeriyor.

Şimdi, ”Tango” filminin yaratıcılarına bir göz atalım:
Bu filmin başarılı oluşunda katkısı bulunanların başında yönetmen Carlos Saura’ yı saymak herhalde doğru bir saptamadır. Şöyle ki Carlos Saura, sadece Arjantin’in ayrıca B. Amerika (Hollywood) ve Avrupa’nın çeşitli yapımlarının başarılı yönetmeni olmanın ötesinde, özellikle ”tango” ya olan tutkusu ve Latin Amerika müzik türlerine olan yakınlığı ve bu konulardaki bilinçli kişiliğiyle değerlendirilir. ”Tango” konusunda ülkemizde bir otorite sayılan ve ”Arjantin Ulusal Tango Akademisi” üyesi değerli dostum Fehmi Akgün’ ün gazetemizde yayımlanan yazısındaki bilgiye göre: Festivalde yer alan ”Tango” filmini yapma düşüncesi önce prodüktör Juan Carlos Codazzi’ den doğmuş, bunun üzerine yönetmen Carlos Saura, ünlü besteci Lalo Schifrin ile buluşarak bu filmin müziğini saptama noktasına gelmişler. Carlos Saura’nın çocukluğundan beri Arjantin müziğine ve tangoya düşkün olduğunu, ayrıca annesinin bir piyano virtüozu olduğunu da Fehmi Akgün’den öğreniyoruz. ”Tango” filminin en başarılı ikinci adamı, özellikle filmdeki hem birkaçı kendi tango bestesi, hem de orkestranın seslendirişteki mükemmelliğiyle derin, duygulu ve gereğiyle coşkulu müzik etkinliği yaratan Lalo Schifrin. Besteleriyle ve özellikle film müzikleriyle ve tüm dünyanın onu caz müziği ustası olarak bildiği Lalo Schifrin, aslında Arjantinli olarak tango yorumcusu, piyanist ve orkestra yönetmeni alanlarında üstün bir müzisyendir. Schifrin’in ayrıca tangonun çağdaş yaratıcısı ve büyük ustası Astor Piazzola ile birlikte çalışmaları olmuştur. Gelelim ”Tango” filminin üçüncü önemli sanatçısı olan görüntü yönetmeni İtalyan Vittorio Storaro’ ya… ”Oscar” ödülü kazanan V. Storaro’nun Tango filminde gerek senaryo, gerek müzik ve aksiyon açısından uyguladığı görüntü yönetimi, başarının temel dayanaklarından sayılmıştır. Juan Carlos Copes, Ana Maria Steckelman, Carlos Rivarola’ nın çarpıcı koreografileriyle oynayan sanatçılar Miguel Angel Sola, Cecilia Narova, Mia Maestro ve diğerleri izleyenlere unutulmaz anlar yaşatıyorlar. Ünlü yaratıcı Discepolo’ ya göre: ”Tango, dansedilen hüzünlü bir düşüncedir.”

SELMİ ANDAK

Cumhuriyet Gazetesi 24.04.1999

Esin Engin’in Yaşayan Tango’ları

4 Mayıs 1997’de kaybettiğimiz gerçek dostum Esin Engin ülkemizde az rastlanan değerde ”komple” bir müzik yaratıcısı, yönetmeni, aranjörü, çalgı (instrument) virtüözü ve yorumcusu idi. Ve müziğin hemen hemen tüm türlerinde bilinçli uğraşılarının yanı sıra, özellikle küçük yaştan beri ”Tango” ya değişmez bir tutkusu vardı.

Birçok bestesi arasında Tango türünde yarattığı bestelerinin, onun notalarla yoğun olduğu, beste ve orkestra için düzenleme (aranjman) yazmaktan çok hoşlandığı müzik yaşamında apayrı bir yeri vardı… Nitekim ”şarkı söylemeyi” pek önemsemediği halde Tango’lara yorumcu olarak sesini vermeyi içtenlikle benimsemişti. Böylece ülkemizde popüler müziğin temellerini atmış sayılan Türkçe Tangolar ‘ın yaşamasına ve bestelediği Tango’ların tanınması ve yayılmasına katkıda bulunarak, ”şarkıcı” olarak da kişiliğini, duygusal ve sıcak sesiyle dinleyicilerin kulaklarına ve gönüllerine yerleştirmeyi bilmişti…

Esin Engin’in gerek sağlığında, gerek hasta yatağında bestelediği Tango’larını ”Benim Tangolarım” adı altında müzik dünyamıza kazandıran ve bir kaset ve CD ile dinleyicilere sunan EMI-KENT AŞ prodüksiyonuna ve sahibi Ümit Güner ‘e sanat çevremiz adına övgümüzü iletiyoruz. Bu önemli ve özel üretimde en büyük emeği, dostbilirliği ve titiz çalışmayı üstlenen değerli müzisyen dostlarım Hurşid Yenigün ile Osman İşmen ‘i içtenlikle kutlarım. Her şeyin ve herkesin ötesinde Esin Engin’e tüm yaşamında emsalsiz bir sevgi, sadakat özveri ve hizmet ile bağlı kalan, onu kaybettiğimizden sonra da anılarımızda yaşamasını sağlayan çok değerli eşi Ferhan Engin, Esin Engin’in eserlerinin koruyucusu bundan böyle.

17 Mayıs 1945 Sıvas doğumlu Esin Engin, müzik alanında uğraşılarını konservatuvar eğitimiyle bilinçlendirmiş ve yaşamında ayrım yapmadan Türk klasik müziği, halk müziği, hafif müzik, pop müzik, senfonik müzik, film müziği, sahne müziği, reklam müziği, çoksesli Türk müziği vd. türlerde eserler vermiş, çalışmalar yapmıştı. Esin Engin ülkemizde telif haklarının tek koruyucusu sayılan Meslek Birliği MESAM’ın üyesidir…

Esin Engin’in, benim de müzik hayatımda hem birlikte çalıştığım bir müzik yaratıcısı hem de gerçek bir dost olarak silinmeyecek izleri var… Benim birçok bestemin düzenlemeleri Esin Engin imzası taşır. Onu kaybettikten sonra, şimdi elimizde onu yaşatan ”Benim Tangolarım” albümünde Esin Engin’in beste ve düzenlemelerini taşıyan ”Kedi Tango”, ”Hayallerim” ”Gül ve Diken”, ”Tut Elimi”, ”Tango İstanbul”, ”Zühre”, ”İki Kızkardeş”, ”Son Tango”, ”Aile Şerefi”, ”Gurur” ve ”Deniz Hanım” adlı tangolar yer alıyor.

SELMİ ANDAK

Cumhuriyet Gazetesi 06.06.1998