Arjantin’de Tango Ulusal Coşkuydu

0
215

Guucholardan, Sicilyalı kanun kaçakçılarından, liman işçilerinden, muhabbet tellallarından ve melezlerden oluşan bu aşağı kültürün baş aktörü compadre veya compadrito denilen kabadıyı tipi idi. Kendini beğenmiş, gururlu, kavgacı, kıskanç ama mert ve cesur bir erkek, bir macho.Bu kabadayı tipinin tanımına Borges’in El Compadrito adlı kitabında da rastlanmakta. Borges , tanıdığı Nicanor Paredes adlı bir kabadayıdan bu hayatın bütün “racanonu” öğrenidğini yazar.

Compadrito ve bir fahişe olan partneri pervasız, tahrik edici ve heyecan verici garip bir “Pas de Deux” dansı yaparlar. Bu dansın müziğinde Habanera’dan bir parça, gene Arjantin’e özgü “Milonga”dan bir parça ve nihayet Endülüs ve İtalyan folklorundan bir parça mevcuttur.

Müzisyenleri ise keman, flüt ve gitar çalan iddiasız, rasgele toplanmış küçük topluluklardır. Bu tarih yaratmakta olduklarının bincinde olmayan, genellikle nota bilmeyen sıradan çalgıcılar. Bu müziğe ilkel anlamda tango demek zorundayız.

Tangonun kaynaklarını değişik yerlerde arayan, hatta Afrika’ya kadar götürenler var. Arjantinli ve kozmopolit Jorge Luis Borges, tangonun kökeni ile ilgili birçok müzikologun teorileri hakkında – her zamanki alaycı anlatımıyla – şöyle demiştir:

“Dolambaçsız olarak açıklıyorum, hepsinin ve benzerlerinin altına imzamı atmaya hazırım.”

Kim tangonun çeşitli kaynaklarına bir yenisini daha eklerse büyük yazarın da rızasını almış olduğuna emin olabilir. Genel ve kabul edilmiş bir kanıya göre etimolojik olarak tango sözcüğü Latince’deki tetigitactum-tangere’den gelmekte. Tangere sözcüğü eski İspanyolca’da tangir olarak kullanılmış, daha sonraları ise taner ve tocar olarak değişmiş. Tocar’ın en yaygın anlamı ise bir enstrüman çalmak.

Önceleri küçük ve kapalı çevrelerin ayıplanan ve hoş karşılanmayan müziği olan tango – ki o günlerde aile baları çocuklarına bırakın dans etmeyi, müziğini mırıldanmayı bile yasaklamakta, kız çocukları sokağa çıkarken tangonun müstehcen sözlerini duymasın diye kulakları pamuklu tıkanmaktadır- çeşitli zorluklarla Avrupa’ya, özellikle Paris’e giden Arjantinli müzisyenlerin etkisiyle ve oradaki gece kulüplerinde olağanüstü bir ilgi ve beğeni görmesinden sonradır ki Arjantin’e geri dönmüş ve bu kez seçkin tabakanın izniyle “Calle Corriente”ye (Buenos Aires’in Brodway’i) tırmanmıştır.

Artık tango müziği ve müzisyenleri bir çığ gibi büyümektedir. Tango kente egemen olmaya başlamıştır. Eduardo Arolas- Angel Villoldo- Luis Roncallo- Vicente Greco- Francisco Canaro gibi büyük isimler ortaya çıkar. Keman, arp ve flütten oluşan ilkel tango toplulukları sırasıyla gitar, bandoneon ve piyanonun girişiyle önceleri klasik altılılar, “iki keman, iki bandoneon, piyano, kontrbas”, daha sonraları da tipik orkestrayı meydana getirdiler. Tipik orkestra tango çalmak için ideal formasyondur ve 4 keman, 4 bandoneon, piyano ve kontrbastan oluşur.

1917’de kasım ayında Carlos Gardel’in Buenos Aires Esmeralda Tiyatrosu’nda “bugünkü adı Maipu) söylediği Mi Noche Trişte “Hüzünlü Gecem” adlı tango yeni bir dönemin başladığını haber veriyordu. Zira tango bir tiyatroda, halk karşısında her türlü argo ve erotizmden uzak, gerçek anlamda bir “şiir” olan dizelerle ilk kez söyleniyordu.

Bazı deyişlere göre tango elbise değiştiriyor ve frak giyiyordu. Gardel için de “Tangoyu ayaklardan dudaklara çıkar şarkıcı” denecekti bundan böyle. Böylece romantik bir dönem başladı. Adeta melankoliye varan bir romantizm. Dans neredeyse unutulmaya başladı. Tarihçi ve müzisyen Vidal’e göre; Sahnede Gardel söylerken dans etmeye kim cesaret edebilirdi?

Tabii aynı yıla rastlayan (1917) bir de Cumparsita olayı var. Montevideolu bir üniversite öğrencisinin, amatör bir müzisyenin bir karnaval gününde öğrenci lokalinde eğlence diye adını bile koymadığı ve bir marş olarak besteleyiverdiği parça. La Cumparsita aynı yıl Montevideo’da Arjantinli piyanist Roberto Firpo tarafından tango olarak düzenlenerek La Giralda adlı gece kulübünde halka sunulacak, 1927’de Pascual Contursi ve Enrique Maroni tarafından sözleri yazılacaktır.

Bestecisi Mathos Rodriguez’e büyük ün kazandıran bu tango (Para değil, zira aldığı 5 altın pezoyu da hemen at yarışlarında kaybetmişti) 1920’lere doğru ona şöylece konuşabilmek olanağı da veriyordu: “Bu gece Avrupa’da tam 8 milyon keman benim için çalıyor.”

Carlos Gardel ile başlayan romantizm, tangonun dans müziği olma niteliğini yıllarca öteye atmıştır. Ama 30’lu yıllarda Buenos Aires’te başlayan dans salgını neredeyse ulusal bir coşku haline gelecektir.

Çabuklaştırılmış, her ölçüde 4 zamanı vurgulayan sert bir ritm, stakato ve es’lerin birbirini izleyen kontrastları orkestraların çalışına egemen olacaktır. Juan D’Arienzo ve Francisco Canaro bu dönemin gözde topluluklarıdır. 1940’lı yıllarda tango, Arjantin’de altın dönemini yaşar. Tipik orkestra son şeklini almıştır. Cumartesi ve Pazar günleri binlerce kişinin dans ettiği semt lokallerinde ve salonlarda, adım başında rastlanan “cafe”lerde yaklaşık 10 müzisyenden kurulu 600 ila 700 arasındaki tipik orkestra tango çalmaktadır. Ignacio Corsini, Azucena Maizani ve Mercedes Simone, Libertad Lamarque gibi şarkıcılar, Julio de Caro, Juan Carios Cobian, Di Sarli, Pugliese, Alfredo Gobbi, Ricardo Tanturi, Horacio Salgan, Mariano Mores ve Anibal Troilo gibi dev orkestralar hep bu verimli yılların ürünüdür.

FEHMİ AKGÜN
Cumhuriyet Gazetesi 30.10.1990