Hiç düşündünüz mü? Bir insana ne kadar yaklaşabilirsiniz. Yaklaşsanız da yakınlaşabilir misiniz? O söylemeden aklından geçenleri sezmeyi deneyebilirsiniz, tamamen bilemeseniz de işaretleri okuyabilirsiniz…
Nasıl olur sınırları anlamak… İradesi dışında yaklaşmak mümkün müdür birine? Nereye kadar gideceğini, neyi talep edebileceğini, nerede duracağını nasıl bilebilir insan?!
Diller, evrensel simgeler ve toplumsal kurallar bundan mı doğmuşlardır acaba?!
-0-
Dans eden insanlar (en çok da tango dans edenler) bedenlerin konuşmasından başka susarlar (mı?)…
Aslında (bence) susmaksızın hep bir şeyler söylerler.
Çok savuruyorsanız partnerinizi, hırpalandığını size hissettirir, o sarmalamadan sadece hafifçe dokunmaya geçen kollarıyla… Ayaklarını yerden keserken incitmek istemeden ve tüm varlığınızı hissettiren saygılı duruşunuzaysa asil bir teslimiyet sezersiniz…
“Önemli olan söylenen değil, nasıl söylendiğidir. Söylenen aklın buluşudur, jestler ise yürekten gelmektedir. Bazen yüz sahifelik yazı bir tek jestin söylediğini anlatamaz, anlamsız bir jestten daha çirkin bir şey de olamaz.” -Delsart
Beyefendiler… Dansa evet diyen Hanımefendiler size sonsuz bir sınır aşma hakkı vermezler… Hele ki kuralları aşışınıza destek asla değillerdir. Önce, biriyle dans etme ve iletişim kurma arzusu değil, dans adabına uygun hareket etme niyeti gelmesi gerekmez mi?
Dansı bir araç, iletişime ilk giriş anahtarı, dokunmanın kutsallığını aşan bir aracı olarak görmüyorsanız n’olur biraz dikkat… Karşınızdakinin size verdiği işaretleri okuyarak bunu anlamak hiç zor değil!
Dansın varlığıyla zamANlık kalkan sınırları aşmadan, dANsIN tadına varabilmemiz dileğiyle…