Türkçe Tangolar Canlanırken

0
270

Tangolar… Ve de “Türkçe Tangolar.” Benim kuşağım için teksesli müzikten, radyolarımızdan dalga
dalga evlerimize, odalarımıza yayılan ve bir boyu çıkmamak üzere kulaklarımıza yerleşen
 “alaturka”dan çok sesli Batı müziğine geçmek için bir ara dönem oluşturan müzik türü.

İlkokulun son iki yılında ve ortaokulun ilk bir iki yılında onca sevdiğim, genellikle geceleri, dersler
bitince sözlerini- ya da radyo programlarından kaydederek ya da o zamanın gözde “Radyo
Dergisi”nden çekerek- özel bir deftere kaydettiğim bizim tangolarımız… (Sahi, o eski “tango defteri”ni
nasıl bulmalı?)

 Bu sözler oldukça “yalapşap” mı idi? Kuşkusuz. “Sensiz kaldığım geceler / hasretim bağrımı deler”
veya “Sevdim seni / sevsen beni/ inan bana/ aşkım sana/ birgün yine/ rüya olacak”… Başka nasıl
olabilirdi ki? Tangolar yalnızca, “münhasıran” aşkta söz etmek zorundaydı sanki… Ve bu
sınırlandırılmış “yaşam alanı” içinde, sözler genelde has ozanlar tarafından yazılmıyordu elbette…
Dönem, “Esat Mahmut’ların, Kerime Nadir’lerin çok okunduğu, aşkın tüm (güzel) sanatların baş
konusu olması gerektiği (öyle sanıldığı) dönemdi.  Yine de bu sözler, örneğin bir Necip Celal
tangosundaki “Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer / bu sesimle ona ersem bana dünyayı
değer” ve “Bir eylül akşamı her taraf sessizdi / Batan gün sularda ateşten bir izdi”, o dönemin kimi
şiir ve şairleri düşünüldüğünde, hiç de fena sayılmamalıydı. Ama “Kıskanıyorum / Ellere bakma/ Ben
zaten yandım / Bir de sen yakma” tarzı sözleri,  kuşkusuz ciddiye alma olanağı yoktu.

Ne var ki bu sözler, en basmakalıpları bile, onca “ruhumuzu okşayan” melodileri içinde, değerleri
tüllare sarıp-sarmalanmış bir armağan gibi kabul görüyorlardı. Çünkü melodiler, gerçekten de
güzeldi. Necip Celal’in, Fehmi Ege’nin, İbrahim Özgür’ün, Celal İnce’nin, Necdet Koyutürk’ün kimi
tangoları, beste olarak hiç de Arjantin tangolarından aşağı değillerdi. Her halükarda, bunlar katıksız
duygusallıkları ve yoğun hüzünleriyle, henüz tatmadığımız “aşk ıstırapları”nın habercisi gibiydiler.
Onları söyledik: Kimi zaman alay eder gibi ama aslında hep o hüzne katılarak onu yüreğimizin
derinlerinde duyarak… Sonra başka müzikler, başka zenginlikler çıktı, hayatımıza girdi: Cazı,
Fransız chanson’larını, duygusal İtalyan şarkılarını, rock’n roll’u ve tüm gençliğe adanmış “pop”
müziği keşfettik. Tangolardan uzaklaştık. Daha doğrusu, tangolar toplum olarak hayatımızdan çıkar
gibi oldular. O sözler küçümsendi, melodiler unutulur gibi oldu, defterler bir köşeye atıldı, notalar
raflarda tozlandı.

İbrahim ÖzgürAma tango ölmedi. Müzik olarak ritim olarak dans olarak hüzün ve ince duyarlılık
olarak hep yaşadı. Bugün tangonun geri dönüşüyle birlikte, bir ölçüde Türkçe tangolar da geri
dönüyor. Yalnız bir “nostalji modası” sorunu değil bu… O müziğin, o sözlerin, o duyarlılığın
işlevlerinin (henüz) bitmediği, bu hız, gürültü ve teknoloji çağında, “Türkçe tango duyarlılığı” diye
adlandırılabilecek o şeye hala gereksinme duyduğumuz ortaya çıktı. Onun içindir ki radyolarda tango
programları (yeniden) yapılır oldu, tango geceleri düzenleniyor, giderek bir “Tango Sevenler Derneği”
bile kuruldu.

Ve biz de iki radyo programıyla bu ilgiye bir karşılık vermeye çalıştık. Radyo arşivlerine girdik,
yıllanmış bantlardan, kimi zaman bir radyo eğlence programının içindeki bir tek parçayı dakikalar
boyu arayarak bu programları hazırladık. Bir Zehra Eren’e, kaybolan bandı dolayısıyla yer
vermediysek de, sanırım bir Seyyal Hanım’ı, bir İbrahim Öztürk’ü, Bir Celal İnce’yi, bir Necla İz’i ve
başkalarını bunca yıl sonra dinlemek, az zevkli olmayacak. Burada İstanbul radyosu arşivinin
sorumlularına, program için kimi değerli bilgileri bize veren Erdener Koyutürk’e ve bu programıı
kaydetmek için gerçek bir sabır gösteren teknik yapımcı arkadaşım Yavuz Alptekin’e özellikle
teşekkür etmek isterim.

ATİLLA DORSAY

Cumhuriyet Gazetesi 23.09.1990