Tango. (M.Soysal)

0
284

Güney Amerika’yı iyi bilenler söylüyor: Buenos Aires, kıtanın bütün büyük kentleri arasında en
düzgün, en şık, en ‘‘Avrupai’’ olanıymış. Gerçekten, Paris’in ünlü caddelerinden de geniş ve uzun
bulvarlar, ferah meydanlar, yemyeşil parklar, zarif heykeller… Üstelik, La Recoleta semtindeki yaşlı
ve inanılmaz büyüklükteki egzotik ağaç gibi, başka yerlerde eşi olmayan doğal görüntüler.

Ama, hiç kuşkusuz, Arjantin başkentindeki en ilginç köşe, San Telmo mahallesinin sömürge
mimarisiyle yapılmış eski evleri, sanatçıların oturduğu sokaklar.‘‘Tango salonu’’ denen yerler de
orada.

Tango salonu, dans seyredilen tiyatromsu eğlence yeri demek. Eski İstanbul’un semt sinemalarını
andırır alçak balkonlu küçük bir salon, yine eski ‘‘saz’’larda olduğu gibi masaların çevresinde
içkilerini yudumlayan müşteriler, daracık sahnede piyanolu, kemanlı, gitarlı ‘‘bandoneon’’ denen
akordeounlu müzisyenler ve nihayet tangocular.

Önce karşıdaki lokanta bölümünde akşam yemeğinizi yiyip sonra bu salona geçerek onları
seyrediyorsunuz.

Tango, ama ne tango!

Atatürk üzerine yazdığı kitabın sekizinci baskısı yapılan, doksanına merdiven dayamış emekli
Ankara Büyükelçisi Blanco Villalta, ‘‘Sizin Türkiye’deki tangolar vals gibi bir şey’’ diyor, ‘‘Oysa
Arjantin tangosu, şiddetli şehvetin dansıdır; bitince yatak odasından başka yere gidilmeyecekmiş gibi
yapılmalı!’’ 

Sahnedekiler de tam öyle.

Diego Solis ve Guillermo Calve gibi yanık sesli şarkıcıların ardından dans etmeye çıkanlar, kolları ve
özellikle bacaklarıyla, tango değil, aşk düellosu yapıyorlar sanki. Adımlar öylesine sert, canlı ve
çabuk. Maço kılıklı erkekle seksi giyimli kadın arasında müthiş bir uyum. Ama, aynı zamanda ancak
uzun ve eşit çalışmayla önlenebilen müthiş bir tehlike: Birinden biri hata yapsa, ya adamın sivri
burunlu iskarpini kadının bacağını kıracak, ya da kadının sivri topuklu ayakkabısı adamın kıçını
delecek.

Hiçbiri olmuyor. Ağır ağır başlayıp hızlanan, sonra da burun buruna baygın bakışlarla biten bir dans.
Ardından, yine eski şarkılar: ‘‘Adios, pampa mia!’’

Onları seyrederken, Latin Amerika ülkelerinin sosyal psikolojisine Freud’cu gözle bakan New York’lu
Marvin Goldwert’in bilimsel çalışmalarını anımsamadan edemiyorsunuz. Ona göre, maçoluk, aslında
bir nevi ‘‘çifte cinsiyetlilik’’ten başka bir şey değildir. Maço, bir yanıyla, İspanyol istilası sırasında
‘‘ırzına geçilen’’ yerli uygarlığın kadınsı ezilmişliğini, bir yanıyla da bu ezilmişliği erkeksi şiddetle
örtbas etmeye çalışanların gizli isyanını temsil eder. Maçonun erkeklik taslayışı kadıncadır.

Kadınlara gaddarlık ederken, aynı zamanda, düzenin kendi üzerindeki gaddarlığını başkalarına
aktaramadığı için hemcinslerine aktaran bir kadına benzer.

Maçoluğun azgelişmişlik ezikliğinden kaynaklandığı kesindir. Ama, Arjantin tangosu, kadınla erkek
arasında kurduğu hızlı ve şaşırtacak ölçüde dengeli uyum dolayısıyla, toplumlardaki eziklik
kalıntılarının ancak eşitlikçi bir gelişmeyle aşılabileceğini gösterir gibi.

MÜMTAZ SOYSAL

Hürriyet Gazetesi-20.09.1998