“Tango, Dans Edilen Hüzünlü Bir Düşüncedir”

0
279

Gene günümüze ve bugünkü Buenos Aires’e dönelim. Bir zamanlar Anibal Troilo’nun bandoneonu ile büyülediği Cano 14’ten başka daha çok yerli halkın rağbet ettiği Cassa Rosada, La Casa de Carlos Gardel- Tasconeando ve Centro Region Leonesa gibi dans edilen ve tango dinlenilen başka salonlar da var.Çeşitli İspanyol gruplarınca Buenos Aires kültür evlerinde sürdürülen yapmacık tiyatro oyunları 40 yıl önce kaybolup gitmişler, kapanmışlardır. Fakat o zamandan beri tango, bu salonları zaptetmiştir.

Region Leonesa salonunun idarecisi ve Pena El Fuelle “Bandoneon Dostları” derneğinin üyeleri mağrur, yaşlı bir zat olan şöyle söylüyor:

“600 pazardan beri burada dans gösterisi yapıyoruz ve bu kadar yılda yalnızca 3 veya 4 kez tango akşamını iptal ettik.”

600 pazar akşamı… Salonun tavan süsleri, kartonpiyerler dökülmeye başlamış, salon perdeleri eskimiş ve yıpranmış. Fakat yaş ortalaması 55 olarak tahmin e dilen dansçıların bacakları belli ki çeviklik ve becerilerinden bir şey kaybetmemişler. Cortes ve Quebradas adlı ayak figürlerini en ufak bir zorlama göstermeden 70 yaşlarında açık gri elbiseli bir beyefendi yapıyor ve kendinden çok daha genç partnerini atik ve ince figürlerle çeviriyor.

Centro Region Leonesa salonunda kimse viski ısmarlamaz. Arjantin şampanyası ve şişe şarap da içilmez. Yalnızca kolalı meşrubat ve bira. Bandoneon Dostları Derneği Gardel’in doğum gününde bile büyücek bir orkestra tutacak kudrette değildir. Her ne kadar 20 kişilik orkestrası ile ünlü Osvaldo Pugliese sadece 3000 mart istese bile. Martines sahnede durur ve pikabı kendisi çalıştırır.

Şüphesiz bugün tangoda buluşan fakir küçük burjuvazidir. 40’lı yaşlarda, daracık beyaz pantolonlu, yüksek ökçeli iskarpinli hanımlar, şıklığı biraz yıpranmış iki dirhem bir çekirdek giyinmiş beyler sadece. Biraz kasıntı, yaşamasını bilen Arjantinli üst tabakadan başka kimseler yok. “Bu gerçek bir iptiladır ve çoğu tango hastasıdır” diyor Martinez inandırıcı bir sesle ve devam ediyor:

“Tango geçmişle bugünü birbirine bağlar. Bugünden daha iyi, insanın kendini içinde bulacağı gerçek veya düşlenen bir geçmiş.” Bu akşam da salonda yalnız oturan, dans etmeyen ve gözleri kapalı müzik dinleyen kimselelere rastlamak mümkün. Belki birçok tango sözlerinde de rastlandığı gibi çocukluklarına kadar uzanan bir geçmişi hatırlamaya dalmışlardır: Solgun ay ışığında “Milonga” söylenen sokaklar, yoksul kira evleri, köşedeki “cafe”, tango çalınan küçük sokak orgu (organitolar) dedikodular, sevgiler ve nefretler, üzerlerine çocukluk aşklarının yazıldığı duvarlar ve altında geç kalan sevgililerin endişe ile beklendiği sokak fenerleri “farolito”lar… Gittikçe ağırlaşan ekonomik ve siyasal koşullarla kişiliklerin yavaş yavaş silindiği 10 milyonluk bu kentte değişmeyen tek şey belki de geçmişte kalan mutluluklar ve anılar…

Tango, Porteno’nun (Buenos Aireslinin) bir başka görünüşüdür. Onunla özdeşleşmiştir. Hüzünlüdür, kötümserdir. Ünlü romancı Ernesto Sabato yazıyor: Bir Napolili “tarantel” müziği eşliğinde dans e derken neşelidir, eğlenir. Ama bir “Porteno” tango yaparken ya kötü şansını veya dünyanın gittikçe bozulmasının nedenlerini düşünmektedir. Alman, birasını içer “Tirol” dansını yaparken kahkahalar atar.

Buenos Airesli ise ne eğlenir ne de güler. Yanlışlıkla gülerse bu gülüş Almanın gülüşünden farklıdır. Biri sağlık bir sporcunun diğeri bedbin bir sakatın gülüşü gibidir. Bunun içindir ki tangonun büyük şair ve müzisyenlerinden Enrique Santos Discepolo’nun şu sözleri dünyaca bilinir: “El tango es un pensamiento triste que se baila (Tango, dans edilen hüzünlü bir düşüncedir.)

Aynı Discepolo’nun mezar taşında şu ibareye rastlanıyor. “Hayatta yazdığım dizeler kadar bile şanslı olamadım.” Gene tango bestecisi ve yazarı Celodonio Flores ise konuşu şöyle özetliyor: Tango hayat kokar, ama ölümün lezzetini taşır.

Tango dünyadaki parlak ve görkemli günlerini geride bıraktı, ama Arjantin’de güncelliğini yitirmeyen bir konu olmakta devam ediyor. Dolup boşalan dans salonları, konserler, resitaller, jübileler yanında televizyondaki iki ayrı programda sunulan Grandes Valores Del Tango ve Botica Del Tango gibi diziler bu sevgiyi canlı tutmakta.

New York’un Queens semtinde, Junction Bulvarı ile 37. Cadde’nin köşesinde altı metre yüksekliğinde çok uzun bir duvar başlar ki bu duvar yukarıdan aşağıya tango dansçıları ve müzisyenleriyle resimlendirilmiştir. Çoğunluğu Latin Amerikalı olan bu semtin sakinleri, aralarında “Amigos Del Tango” (Tango Dostları) adlı bir dernek kurmuşlardır. Büyük bir Carlos Gardel heykeli yaptırmak için de semt belediyesine başvuruları var. Yarım yüzyıldan fazla bir süre önce (1935) kazaya kurban giden tango tanrısının bir resmi dernek lokalinin duvarında asılıdır ve üzerinde şöyle bir yazı vardır: Presidente Honorario Y Eterno: Ebedi Şeref Başkanı.

Aslında bir Fransız göçmeni olan ve 3 yaşında iken ailesiyle birlikte Buenos Aires’e giden Carlos Gardel, daha sonraları gerçek bir Arjantinli olarak bu memleketin ve tangonun simgesi haline gelecektir.

Smokininin üzerinde beyaz ipek şalı, ünlü tebessümü, tenordan baritona uzanan sesi ile bütün Güney Amerika’nın sahiplendiği, “Cantor de America” Amerika’nın Şarkıcısı diye anılan Carlos Gardel… 1935’te Paris’te bir haftada 70 bin plağı satılan, bütün dünyayı dolaşarak konserler veren, halkın sevgilisi romantik film yıldızı Carlos Gardel, 24 Haziran 1935’te Colombia da Medellin şehrinden ayrılırken JU-52 model bir uçağın içinde gitaristiyle birlikte yanarak öldü.

Bütün Buenos Aires’in katıldığı bir törenle, bir devlet töreniyle mezarına uğurlanan Carlos Gardel, bugün halk kabristanı Chacarita’da yatmakta. Lahdinin üzerinde her zaman olduğu gibi taze çiçekler duruyor.

Başucunda kendi boyunda heykeli, yeşil maden üzerinde sonsuza kadar dondurulmuş tebessümü, şarkı söylerken hafifçe kaldırdığı elinin sigara isteyen iki parmağı ile. Gerçekten yağmurlu günlerde bile elinde yanan “43 Ekstra” veya “Parisienne” sigarası vardır. Bir gelenektir bu. Gençlik aşklarına son görevlerini yerine getiren ekseri yaşlı hanımların yaktığı sigaralar günde çok kere yenisi ile değiştirilir.

“Mi Buenos Aires Querido” Benim Sevgili Buenos Aires’im diye başlar Gardel’in tangolarından en ünlüsü. Buenos Aires… Tangonun doğduğu ve büyüdüğü kent… Eski Dünya’dan Arjantin’e göç eden milyonlarca göçmen, aradan yüzyıl bile geçmeden bu yeni ülkede beliren hislerini –ki bunlar öfke, hüzün, vatan hasreti ve düşkırıklığı olmuştur- ayırı bir duygusallıkla yoğurarak Rio de la Plata’nın en karakteristik ve şaşırtıcı olgusunu dünyaya armağan ediyordu: Tango.

Bu dönemde, yani geçen asrın sonlarına doğru Buenos Aires bir tür “yalnız insanlarca” istila edilmişti. (600 bin nüfusun % 70’i yabancı ve % 65’i erkek). Bu insanlar genellikle şehrin bakımsız kenar mahallelerinde, conventillo denilen ve bir arada yaşanan kira evlerinde, her tür insanın barındığı pansiyonlarda, genelevlerde, yasalara aykırı işlerin döndüğü karanlık sokaklarda şarap ve “cana” denilen şeker kamışı rakısı içiyorlar, şarkı söylüyorlar, dedikodu yapıyorlar ve dövüşüyorlardı.

FEHMİ AKGÜN
Cumhuriyet Gazetesi 29.10.1990