Tango, Avrupa’da Romantik Bir Havaya Girdi

0
269

1950’li yıllarda tango bir duraklama, hatta gerileme dönemine girer. Dünyada moda olan harp sonrasının güncel müzikleri Avrupa’yı olduğu kadar Arjantin’i de etkilemiştir. Büyük, çok uluslu yayın şirketleri beat, rock ve benzeri ritmlerle Arjantin pazarını ele geçirir ve tango büyük ölçüde zarar görür bu akımlardan. Bu karışık ortam içinde tangoyu yönlendirecek, en azından yaşatacak bir müzikçi Astor Piazzolla ön plana çıkmakta. Astor Piazzolla’nın tangoda yaptığı değişikliği ancak Stravinsky ve Bartok’un klasik müzikteki yenileme çalışmalarıyla kıyaslayabiliriz. Bazıları tarafından tepki ile karşılanan ve yadırganan Piazzolla müziği bir bakıma tangonun kurtarıcısı olmuştur.

Ernosto Bafa, Berlinghieri, Federico, Raul Garello, Atilio Stampone, Carlos Garcia, eski ile yeniyi bağdaştırıp tangoyu bugünlere taşıdılar. Gene eski dönemin şarkıcılarından Tita Merello, Virginia Luque, Roberto Goyeneche hayatta ve bazen şarkı bile söylüyorlar. Pugliese hala piyanosunun başında.

Yeni ve genç bir kuşak nöbeti çoktan devralmış durumdadır. Ruben Juarez, Raul Lavie, Patricia Vel, Jorge Falcon, Eladia Blasquez, Susana Rinaldi gibi şarkıcıların, Rodolfo Mederos, Juan Mosalini, Colangelo gibi müzisyenlerin ünleri hiç de eskileri aratmayacak düzeyde. Ama yine de bir Gardel, bir Troilo Argentino Galvan, E. Franchini, kalplardaki ve anılardaki erişilmez yerlerini koruyor.

Tango çok uzun bir süre büyük kitlelerin ilgisini çekebilmek gerçek bir fenomen, bir olgudur. Etki alanını müzikten çok ötelere genişletebilmiş ve bir milletin sosyo kültürel yaşantısının açıklaması olmuştur. Özyurdu olan Arjantin’de dolaylı veya dolaysız olarak tango olayına karışmamış sanat ve sanatçı yok gibidir. Yazarlar, şairler, müzikçiler, gazeteciler, ressam ve heykeltıraşlar, hatta politikacılar. Tango sosyal bir ürün. Doğduğu toplumla özdeşleşmiş ve onun yazgısını paylaşmış. Parlak dönemler, duraklama ve gerilemeler, tekrar canlanmalar, hep siyasal yaşamın ve ona bağlı olarak sosyal kültürün paralelinde gelişmiştir. Tango, 1913’lerden itibaren Avrupa’da sesini duyurmaya başlar. Paris’in gece kulüplerinden bu yeni ve erotik dans pek tutulur olmuştur. Ama bir çiftin dans ederken bu kadar yakın ve kışkırtıcı biçimdeki beraberliğine de ilk kez rastlanıyordu. (Lambada için daha 76 yıl gerekli).

tango-avrupada-romantik-bir-havaya-girdi

Tangonun müziğinden daha çok dansı ilgilendiriyordu Avrupalıyı. Bu dans merakı yüzünden Almanya’ya, Belçika’ya, İngiltere’ye atlayan tangonun peşinden bir takım yasaklar da birlikte geldi. Vatikan’ın yasağını Bavyera Kralı 3. Ludvig’in kraliyet subaylarının tango ile dans etmelerini yasaklaması ve Wilhelm dönemi Polis Genel Müdürü Von Hagow’un tango için üst düzeyde aldığı kararlar izler. Ama bütün bu engelleri çiğneyip geçen tango, Papa 10. Pio’dan da alınan bir izinle aklanır, yoluna devam eder.

Paris’e yerleşen Eduardo Arolas, Manuel Pizzaro gibi Arjantinli müzisyenlerin, Fransa’da tango ağırlıklı filmler çeviren, konserler veren Carlos Gardel gibi şarkıcıların da etkisiyle tango, daha geniş bölgelere yayılır. Artık tango için bir “belle epoque” dönemi başlar ki sadece bir müzik ve dans türü değil, ticari çevrelerin yararlandıkları bir moda akımı haline gelir.

Tango, giyimde bir biçim, yeni bir “creation” olur. Moda salonları haftada 2 veya 3 kez düzenledikleri “tango-çay”larında giyimdeki son “ tango-yenilikleri”ni alıcılara sunmaktadır. Londra’da Sawoy Oteli’nin tango yemekleri, ünlü “tango şampanyası” ve bir renk, “tango rengi” dillerden düşmez.

Büyük kitleler tarafından benimsenen tango için klasik müzikten de uyarlamalar yapılır. Chopin’in bazı valsleri, Verdi’nin operalarından bazı parçalar tango oluverir birden. Rahatlıkla söylenebilir ki ünlü İspanyol besteci İsaac Albeniz’in “tango”su, onun Pepita Jimenez operası veya İberia süitinden daha çok popülerdir.

Korsika doğumlu, Fransız vatandaşı Tino Rossi’nin J’attendrai, Tan qu’il y Aura des Etoiles, Marinella gibi tangolarını bütün Avrupa ezbere bilmektedir o yıllarda. Gene bu dönemin romantik kemancısı ve orkestrası unutulmaz tangoların yaratıcısı olmaktadır. Tıpkı Arjantin’de olduğu gibi bazen bir tango bütün sınırları atlayıp, ortak bir tutku haline geliverir: Danimarkalı viyolonist Jacop Gade’nin Jalousise’si gibi.

Ama noktayı da gözden kaçırmamak gerekir ki önceleri Arjantin’in etkisinde olan Avrupa’da tango giderek bir ruh ve kalıp değişikliğine uğramış, daha yumuşak ve romantik bir havaya bürünmüştür.

Çiganvari bir keman, bandoneon yerine kullanılan akordeon ve “Habanera” ritmi tangoya egemen olmuştur. Almanya’da Barnabas Van Geczy ve Heinz Huppertz gibi orkestraların çaldıkları tangolar ise sert, monoton ritimli ve adeta marşı andırmaktadır. Türkçe tangoları da önceleri bu akımdan etkilenecek, daha sonraları kendi özgün anlatımına kavuşacaktır. Gene bu yıllarda her memlekette kendi dili ile yazılmış ve yöre müziğinin motiflerini taşıyan tangolar bestelenir.

Tango müziği ve dansı gelişen sinema sayesinde de en ıssız köşelere kadar yayılır. Bilindiği gibi 1895 Bari doğumlu Valentino, 19 yaşında göç ettiği Kuzey Amerika’da çevirdiği müzikal filmlerle ünlüdür. Ama onu asıl meşhur eden “Mahşerin Dört Atlısı” filmindeki tango figürleridir. Gene sinema yıldızı George Raft’ın değişik dans stilini Fransız kökenli olarak yorumlamak mümkün.

Franscisco Canaro, Eduardo Bianco gibi büyük Arjantin orkestraları Avrupa’da verdikleri konserlerde halkı coşturmaktadır, ama daha çok müzik ağırlıklıdır bu konserler. Arjantinli, tango dansının ilk yıllarda gördüğü tepkinin ezikliğinden kendini kurtaramaz hala. Jose Ovidio Bianquet (Cachafaz), Elvira-Virulazo, Maria Nieves gibi dans ustalarının gerçek Arjantin tango dansını dünyaya tanıtabilmeleri için uzun yıllar geçmesi gerekmiştir.

Cumhuriyet’i izleyen yıllarda Türkiye’de ilk tangolar bestelenir ve Fehmi Ege, Necip Celal, Mustafa Şükrü Alpar, Kadri Cerahoğlu daha sonra Necdet Koyutürk gibi isimler ortaya çıkar.

Arjantin tangolarının tek temsilcisi ise bandoneonist Orhan Avşar ve orkestrasıdır. İlk gençlik yıllarını Buenos Aires’te geçiren ve orada büyüyen Orhan Avşar, tangolarla yetişmiş ve tangonun vazgeçilmez enstrümanı bandoneonun bütün güçlüklerini yenebilmiş bir müzisyendi.

Orhan Avşar orkestrası ise sadece Türkiye’de değil, İstanbul Radyosu’nun erişebildiği her yerde dinleyicisi olan, hatta Fransa’ya kadar uzanan bir yöre içinde tek ve gerçek bir tango topluluğu, “tipik orkestra” idi. Katı ve disiplinli bir anlayış içinde autentique tangonun en güzel örneklerini seslendirdi bu orkestra, ta ki 1974’te Orhan Avşar’ın erken ölümüne kadar. Bir ara Türkiye’ye gelerek Saray Sineması’nda konserler veren Eduardo Bianco, dönüşünde Orhan Avşar’ı da orkestrasına katmış, alıp götürmüştü…

Tango dostları, bir dönemde Orhan Avşar orkestrasının solist-şarkıcılığnı yapan ve artık aramızda olmayan Selçuk Kaskan’ın ve Ertuğrul Soysal’ın bu müziğe katkılarını unutmamakta. Evet… 1980 yılında kapanan derneklerini yeniden kurmuş bulunuyor Türkiye’deki “Tango Dostları.” Amaçları da gerilerde kalan tango ve tangocuların anılarını yaşatmak kadar, son gelişmeleri izlemek, bu müziğe emeği geçenleri ve genç müzikseverleri bir araya toplamak.

FEHMİ AKGÜN
Cumhuriyet Gazetesi 31.10.1990