Sebastián Arce ve Mariana Montes Röportajı 1.Bölüm
Sebastián Arce ve Mariana Montes Röportajı 2.Bölüm
İKİNCİ BÖLÜM
Soru: Sizin “Tango Nuevo” denilen bir tarzda dans ettiğinizi sanıyorum. “Tango Nuevo”’nun geleneksel tangodan farkı nedir?
SA: 90’larda tango tarzlarına dair bir sınıflandırma yapma furyası başladı sanıyorum. Ve bizim yaptığımız da “yeni tango”(tango nuevo) kategorisine sokuldu. Dünyanın pek çok yerinde dans etme imkanımız oldu ve bu esnada farkına vardık ki dansımızı insanlar için çok daha ulaşılabilir kılmamız gerekiyordu. Bunun için dansımızı birtakım dogmalardan arındırmamız gerekiyordu; özellikle latin dünyasına içkin erkeksi dogmalardan: rekabetten, sürekli bir “kim daha iyi dans ediyor” karşılaştırmasından, “kim daha fazla kadınla dans ediyor” gibi şeylerden kurtulmamız gerekiyordu. Ayrıca dansımızda bizim kuşağımızı yansıtacak ve geçmiş kuşakların yaptıpı tangodan dansımızı böylelikle ayrıştıracak yanların arayışı içindeydik. Bu arayış sonucu çıkan dansa verilen isimdi Nuevo. Bir dönem bu kategori içinde yer almış olmakla birlikte, artık kendimizi bu yeni dalga içinde görmüyoruz. Halihazırda zaten yaşlanmış durumdayız. Bugün yaptığımız dansı, “muhtelif tarzları içeren bir tango” olarak tarif ediyoruz. Dedem gibi tango yapabilirim, herhangi bir genç adam gibi de tango yapabilirim; nihayet ben nasıl dans etmek istiyorsam öyle dans edebilirim. Kendimi sınırlandırmak istemiyorum. Çünkü ufkunuzu sınırlandırmak, özgürlük alanınızın da sınırlanması anlamına geliyor.
Soru: Gotan Project ya da Bajofondo Tango Club gibi geleneksel tango ile yeni tango müziğini birarada kullanan müzik grupları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yaptıkları müzik genç kuşaklara bir hayli cazip geliyor gibi duruyor.
SA: Bunun pozitif bir gelişme olduğu konusunda sana katılıyorum. Tangonun 40’lardan Piazzolla’ya geliş evresini bir bütün olarak ele almak gerekir zaten. Pek çok şeyin birden değiştiğini gözlemliyoruz bu süreçte: müziğin melodik bir hattan, ritmik bir hatta kayışı ve melodik bir hattan daha harmonik bir hatta kayışı; 50’lerin caz müziğine benziyor biraz. Bajofondo’nun prodüksiyonu oldukça rock’n roll. Santolaya ise büyüleyici. Peki ama bu grupların müziklerinden sonra ne çalınacak? Bir quartet? Hayır, büyük bir caz orkestrasına ihtiyaç var: altı bandoneon, dört keman, iki bas, bir viyolonsel, davullar. Şu da önemli: genç insanların ilgisini çekmek istiyoruz ama tangonun kültürel özelliklerini muhafaza etmek de önemli: genç bir kızın ya da oğlanın Birtney Spears konserinde tango adımlarıyla dans etmesini istemeyiz. Bunu, bu illa abes bir şey olurdu diye söylemiyorum; insan kendini istediği şekilde ifade edebilir; biz geçmişte bunu sıkça yaptık. Gorillaz grubunun “Clint Eastwood” parçasında, parça bir milongaymış gibi dans ettik örneğin. Ve insanl ar bunu sevdi. Ama bu esnada Troilo, D’Arienzo ya da Pugliese’yi de biliyoruz; sağlam bir arka plan bilgimiz var yani.
Soru: Arjantin’den çıkarak şansınızı başka yerlerde denemenize ne vesile oldu?
MM: Kendi adıma Buenos Aires’i terk ettiğimde, bunu kalıcı bir gidiş olarak planlamamıştım. Niyetim altı aylığına gitmek sonrasında da Arjantine’e dönmekti. Ama partnerimle yürüttüğümüz çalışmalar uzadıkça uzadı ve ancak iki yıl sonra Arjantine’e dönebildim. Arjantin’de uzun boylu yaşamayı istemiyorum artık; seyahat etmek hoşuma gidiyor. Farklı kültürlerin yaşandığı yerlere gitmeyi, Arjantin’e komşu ülkeleri gezmeyi seviyoruz. Bununla birlikte ülkemi seviyorum. Bütün ailem orada. Gezip tekrar ülkeme dönmeyi seviyorum. Ama Avrupa’da yakaladığım özgürlük duygusunu da seviyorum. Avrupa’da işlerin yürüme tarzını seviyorum. Hiçbir şeyin son dakikda değişmeyeceğini bilmek güven veriyor. Hatta bir kriz çıkma ihtimalinden de ürküyorum. Benim ülkem söz konusu olduğunda bir kriz endişesi taşımıyorum zira ülke zaten kriz içinde. Bugün kariyerimle ilgili çok fazla çalışıyorum. İlerde kendime, aileme daha fazla zaman ayırabileceğim zaman Arjantin’e dönüp orada daha fazla vakit geçirmeyi isteyeceğim muhtemelen.
Soru: Ya sen Sebastian?
SA: Ben bu konuda her zaman için farklı düşünmüşümdür. Çift olarak dans ettiğimiz zamanlarda da pek çok konuya yaklaşımımız farklı olmuştur zaten.
MM: Bu yüzden artık bir çift değiliz zaten!
SA: Arjantin’den ayrıldığımda, aklım geride kalmış değildi, gayet nettim. Arjantin’den ayrıldım çünkü yaptığım iş orada takdir edilmiyordu ve takdir edileceğe de benzemiyordu. Ülkede en az iki seçim boyunca vaziyet değişmeyecekti. Arjantin politik değişikliklerin yaşandığı bir süreçten geçiyordu ve bu iklim, kültürel mirasa sahip çıkılması yönünde bir eğilim taşımıyordu. Üç ya da dört ayrı tango okulunda ders veriyorduk, şovlara çıkıyorduk; Buenos Aires’teki en iyi genç tango çiftiydik ama bütün bunlar bir pansiyonda oda kiralamamıza yetecek kadar dahi para kazandırmıyordu. Colón Theatre’daki hocalardan biri, sahne yönetmenliği alanına girmemi önerdi. Elimde onun tavsiye mektubu sınava hazırlanmak için üç ay boyunca çalıştım. Sınav günü geldi çattı. Sınav saat 7’de olacaktı, ben de o saatte gittim. Saat 8, sonra 8.30, derken 9 oldu ve ortalıkta kimseler yoktu. Sınavın gerçekleşeceği binanın zilini ısrarla çalıp, kapıları yumruklamaya başladım. Sonunda biri kapıyı açtı ve “Ne istiyorsun?” dedi. “ ‘Colón Theatre’ seçmelerine katılmak için geldim” dedim. “Ne hazırladın?” “Tosca operasının sahnelenmesi için bir taslak model geliştirdim, kostüm tasarımları yaptım…” “Seni kim yoladı?” “Bn.—–, Colón theatre’daki hoca” “Seni yollayanın kim olduğunu bilmiyor musun?” “Hayır…” “Kaç yaşındasın?” “On dokuz” “On dokuz mu! Ne sanat ne de hayat hakkında hiçbir şey bilmiyorsun yani. Git biraz deneyim kazan, sonra tekrar gelirsin”. “Ama elimde ‘Colón Theatre’’ın bir hocası tarafından yazılmış bir tavsiye mektubu var!” “Daha yüksek mevkiden biri tarafından önerilmiş olman gerekiyor”
Bu konuşmanın üzerine yanımda götürdüğüm eşyaları yüklendim ve ağladım, ağladım- ne kadar ağladığımı hatırlıyor musun? Ve bu ülkeye bir daha asla geri dönmemeye karar verdim. Yeteneğim var, isteğim var, öğrenmeye hevesliyim; yeni bir şeyler öğrenmek için insana bir şans tanınmaması anlaşılır gibi değildi. Üstüne üstlük bütün bu emek, günün sonunda ancak aç kalmamayı sağlayacaktı. “Buraya kadar, ben gidiyorum” dedim. Eşyalarımı toparladım ve ilk fırsatta, bir daha geri dönmemek üzere Arjantin’i terk ettim. Mariana ile birlikteydik ve ona “hayatta kalmayı başarabildiğimiz sürece Avrupa’da kalabiliriz” dedim. Sonunda Paris’te karşımıza bir fırsat çıktı ve altı buçuk yıl Paris’te kaldık.
Soru: Birarada yaşamaya odaklı bir hayatınız var. Her ülkenin şartları, izleyici kitlesi de farklı şeyler talep edebiliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
MM: Biz sahne dansçıları olmanın yanı sıra eğitmeniz aynı zamanda. Dolayısıyla insanlara temas edebiliyor, onlarla bu yolla iletişim kurabiliyoruz. Verdiğimiz dersler yoluyla bir yandan dans birikimimizi aktarırken, diğer yandan farklı kültürlerle de ilişkiye geçmiş oluyoruz. Şu doğru: bir İtalyan çift ile Alman çiftin davranış tarzı birbirinden oldukça farklı. Bazı milletlerden insanların diğerlerinden daha iyi dans ettiğini söylemiyorum elbette. Japon çiftler var mesela. Sözleri anlamakta çok zorlanacaklarını tahmin etmekle birlikte, inanılmaz güzellikte tango yapıyorlar. Ülkeden ülkeye, kültürden kültüre büyük değişiklikler gözlüyorsunuz. Ama önemli, bir o kadar da keyifli olan herkes tangonun Arjantinliler için ne ifade ettiğini anlamaya çalışıyor. Kültürel olarak Arjantin’den çok farklı bir iklimde yaşamalarına rağmen, o kültürü merak ediyorlar, anlamaya çalışıyorlar. Parçaların sözlerini merak ediyorlar örneğin. Her ülkede sözleri çevirerek anlamaya çalışan insanlara rastlıyoruz.
Soru: Folklorik bir dans olarak addedebileceğimiz tangonun dünya çapında bu denli yaygın ilgi uyandırmasını neye bağlıyorsunuz? Avrupa ritmleri üzerine inşa edilmiş olmasının bunda bir etkisi olabilir mi?
SA: Bence bunun tangonun müzikal anlamda bir fenomen olmasıyla ilgisi var…Latin Amerika müziği hem ritmik hem de melodik açıdan oldukça durağandır. Tango ise ritimle başlayan bir şey. Parça bittiğinde kendinizi ağlarken buluyorsunuz. Arada ise kendinizi kalbinizden en az iki defa bıçaklamış oluyorsunuz. Tango içinde sürekli tekrarlayan inişler ve çıkışları barındırıyor. Farklı kitlelere cazip gelmesinin bir nedeni de bu bence. Ayrıca bandoneon ile kemanın biraradalığında muazzam bir şey doğuyor. Caz müzisyeni olan arkadaşlarım var ve tango dinledikleri zaman birden duygusallaşıveriyorlar. Bence, neredeyse tesadüf sonucu biraraya gelen bandoneon ve keman, farklı kültürlerden gelen insanların tamamına cazip gelecek acayip bir bileşim oluşturuyor.
Soru: Tangonun bugün için geldiği nokta neresidir? Tüm dünyada oldukça popüler sanki. Bunun geçici bir dalga olduğunu mu yoksa derinden gelen sağlam bir ilginin göstergesi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
SA: Geçici bir dalga değil. En azından öyle olmadığına inanmak istiyorum.
MM: Aynen katılıyorum ben de!
SA: Kalıcı bir ilgi olduğuna inanmak istiyorum. Tango müziğini acra etmek kolay bir şey değil. Müzik her zaman karmaşık görünmese de aslolan bir yandan aslında zor olan müziği icra ederken diğer yandan onu hissedebilmek. Büyü burada. Duraklamaları vermeden, ritim üstüne çalışmadan, piyanonun ağırlığına dikkat etmeden icra edilen müzik, tango değil marşa benzer. Notayı sadece yazıldığı şekliyle çalmak, tango için yeterli değildir; marş çalmaya benzer o zaman iş.
MM: Tangoyu çekici kılan müzik bence. Müzik size dokunuyor çünkü: hüzün ya da sevinç, dinlerken muhakkak birşeyler hissediyorsunuz. Sonra sözler, daha sonra ise danstaki kucaklaşmanın yarattığı his geliyor. Birine sarılma fikrinin kendisi insanlara cazip geliyor.
SA: Tango yapan Rus çiftler işin bu kısmına çok meraklı oluyor mesela. Öğrenmek için ciddi bir enerji sarf etmek ve vakit ayırmak gerekiyor ve onlar bunu ciddiye alıyorlar.
Bir şovunuzu izler gibi keyifli geçen bu söyleşi için çok teşekkürler.