Hugh Laurie (Dr House) ile Tango

0
257

Tangonun karşınıza ne zaman çıkacağını hiç bilemiyorsunuz. Önceleri sadece tango derslerinde, milongalarda ve diğer dans gecelerinde karşılaşırız sanıyordum kendisi ile. Dolayısıyla onu, geçici bir süre için kollarıma aldığımı sanır, diğer zamanlarda kendi sıkıcı hayatıma dönme gayretinde olurdum.

Rutinin rutinine.

Sonra sonra, dostum tango ile biraz daha vakit geçirince siması aklıma daha iyi kazındı ve sesini nerede duysam tanır olmaya başladım. Bazen İstiklal’de Mephisto’da yankılanırken; yemekten sonra üstüme çöken ağırlığı unutmak için televizyonda izleyecek eğlenceli bir şeyler ararken zapladığım kanallardan birisinde ve hatta bazı geceler bir kaçında; ilk defa aradığım bir şirketin resepsiyonu, telefonu bağlamadan önce dinlettiği bekleme sesinde ve bazen de kulaklarımda çınlarken karşılaştık.
**
Hugh Laurie… Namı diğer Gregory House… Kısaca House… House, Türkiye’ye gelir de, dizinin hastaları arasına karışıp sıradışı konserine gidilmez mi? Gittim…

“Hiç bir şeye vakit bulamıyorum, kendime ayıracak bir dakikam bile yok” diyenlere inat, “Ne güzel zamanın var da tangoya gidiyorsun. Ben eve geldim mi mayışıp kalıyorum.” diyenlere nispet, hem çok iyi bir aktörü, hem renkli bir müzisyeni, hem nazik bir komedyeni, hem de kendi çapında iyi bir yazarı izlemeye gittim. İngiliz olduğunu, beş çayları gibi kültürel aktiviteleri olduklarını düşünürsek, aslında sanatın tüm dalları içinde gidip geldiği bu kariyerinde, her şeye nasıl vakit bulduğunu ben de anlamış değilim. “Demek ki isteyince olabiliyor”, dedim kedi kendime.

Cambridge’te antropoloji ve arkeoloji eğitimi almış, House’taki başarısı ile 2006 Altın Küre ödülüne layık görülmüş, The Gun Seller adlı kitabı yazmış. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Chicago’lu The Copper Bottom adlı grup ile tanıştırmış, piyanosunu, gitarını ve sesini kapmış gelmişler İstanbul’a.
Eh onu bu aşamaya taşıyan, karşımda olmasını sağlayan onca uğraştan sonra, yapmam gereken tek şey, onu görebileceğim kadar yakın bir yere oturmak ve sahneyi keşfetmek, hissetmek olabilirdi.
**
House’un on parmağında on marifet olduğunu biliyordum da, araya bir de tango sıkıştıracağını hiç tahmin etmemiştim. Kiss of Fire işte böyle bir gecede, gözlerimi aralamama sebep oldu. Keyiften kapattığım gözlerim, El Choclo ile açıldı.

İstanbul ile Buenos Aires arasında gidip gelirken, bir de baktım Hugh sahnede basit bir kaç tango figürü yapıyor. Sevinmedim desem yalan olur! Onu da yapmış olsaydı, kendime küsecektim oracıkta. Belki uzun süre yüzüme bakmayacak, aynada görünce gözlerimi kaçıracak, yüzümü yıkarken biraz sertçe vuracaktım yanaklarıma…
**
“Tango, dans edenin sahip olduğu bir şey değildir”. Tangoya eşlik etmek için partnerler bir araya gelirler, tango onlarda yaşaması gerekeni yaşar ve gider. İşte hepsi bu kadardır. Ortaya çıkan enerji, patlayan duygular… Onlar hep tangonundur, tangocuların değil. Size kalan sadece dans sonunda ruhunuzda bıraktğı izlerdir. Ancak onlar size ait olabilir, o da artık hatıralarınız olduğu için”, demiştim önceki yazımda.

Cümleyi kaldığı yerden tamamına erdirmek gerek. Tango; dans edenin sahip olduğu bir şey duygudur. Size kalan, sadece dansın sonunda ruhunuzda bıraktığı izlerdir. Ancak onlar, onlar size aittir. Ve siz, işte bu aidiyet ile yola çıkarsınız. Size neyin ait olduğunu bilmeden. Hatıralarınızı bölük pörçük hatırlayarak bebek adımları atarsınız pistlere.

Önce müziği duymaya başlarsınız, belli belirsiz notalar kulağınızda. Daha sonra kendinizi fark etmeye başlarsınız… ve sonra partnerinizi… Sonra tüm bunlar “birleşmek” için bir araya gelirler. Bütünün parçalarını oluşturmak için yol alırsın. “Bir” olmak için yola çıkarsın sen de…
Bilirsin….

İşte tango böyle bir şeydir. Hem senindir, hem de kimsenin. Bir bakmışsın peri masalındasın, kanat çırpıyorsun; her şeyi sen olduğun için var oldu sanırısn. Bir bakmışsın, sadece bir piyonsun bu tango , bu satranç tahtasında bir oraya bir buraya akar durursun; tam içinde bir kıvılcım alevlenir, orkestra durur, dans biter.

O zaman fark edersin, sadece bir seyirci olduğunu. Anı yaşamayı becerebildiğin müddetçe her şeyin senin olduğunu. Her tangonun sana yazıldığını. Her partnerin seninle dans etmek için delirdiğini. Çünkü sen O’sundur o pistte. O dansta. O salonda. O şehirde….