Tangonun orijini ve tango dansının doğuşu hakkında öne sürülen birbirine zıt tezler, tangonun doğasında var olan iki kutupluluk karakteristiğinin bir diğer tezahürü sanki.
Tangonun kökleri hakkında üretilmiş pek çok iddia var. Örneğin; tangoya büyük hayranlık duyan ve tango müziğinin de tarihçisi sayılabilecek Arjantinli büyük yazar J.L.Borges’in kendi ifadesiyle:
“Bilgi kaynaklarımın tümünün hemfikir olduğu gerçek şudur ki; tango genelevlerde doğmuştur. Dansının şehvet ve cinsellik taşıyan hareketleri, sözlerinin içerdiği müstehcen imalar, mahallelinin ayartıcı ve baştan çıkarıcı bulduğu bu müzik ve danstan kızlarını uzak tutmaları, öğrenme/öğretme, pratik ya da gösteriş amacıyla sokak aralarında erkek erkeğe yapılan figürler, tüm bunlar da tangonun nerede doğduğuna dair birer gösterge niteliği taşıyor”.
Onunla aynı dönemde yaşamış yazar Ricardo Garcia Blaya’ya göreyse: “Hiçbir şey, genelev teorisi kadar absürd ve yanlış olamaz… Tango dans salonlarında doğdu -ki orada polkalar ve valsler arasında da müstehcen isimler taşıyanlar vardı- ”
1880 yılında 210.000 olan Bs.As. nüfusunun 1910 yılında neredeyse altıya katlanarak 1.200.000’e ulaşmış olması, asrın sonlarına doğru aldığı büyük göçle bu nüfusun büyük ölçüde Avrupa’dan gelen göçmenlerden, Sicilyalı kanun kaçakçılarından, liman işçileri, arabacılar, mezbaha inşaat işçilerinden ve melezlerden oluşması; bütün bunlar tangonun orijiniyle ilgili farklı görüşler arasında ‘bir alt kültür ürünü’ olduğuna dair sanki daha fazla tarihsel kanıt sunar nitelikte.
Bir yanda, bir dostluğa bir kucaklaşmaya özlem duyan vatanlarını sevdiklerini geride bırakmış yalnız ve yoksul insanlar, kendi ana kıtalarındaki köklerinden sökmüş göçmenler, öte yanda kentleşmenin kırsal yerleşimlerin çitlerini alaşağı etmesiyle birlikte Bs.As.’in kenar mahallelerine, şehrin eteklerine taşınan, kendi ülkelerinde köklerinden sökülen yerli halk, yeni bir kentte bir araya gelir ve çok geçmeden harmanlanmaya başlar… Hep birlikte yarattıkları dil, geçmişe duyulan özlemin, kayboluşa yok oluşa karşı direncin ve derin bir ait olma ihtiyacının ifadesidir… Nostalji ve gelecek umudu..tangonun siyah ve beyaz iki kıyısı…
Genel kabul gören görüş şu ki; tango, kadınların katılmış olduğu, halen de aktif olarak katıldığı erkek-egemen bir alt kültürle ilişkili. Arjantin Tango’su şık ve zarif olmadan önce, sert, küstah hatta edepsizdi… Parlak, şaşaalı, cezbedici gece kıyafetleri içinde ‘hanımefendileri’ ve papyonlu kuyruklu smokinleri içinde ‘beyefendileri’ ile, yüksek sosyetenin göz alıcı, büyüleyici, kibarlık ve zarafetini temsil edeceği zamanları da yaşayacağını bilmeden, toplumun belden aşağısında doğdu Tango…
Arjantin’in genel evlerinde, karanlık ve teneke mahallelerinde, bir asrın kapanmasına az kala.
Buralardan şehrin içindeki dans evlerine, oradan ‘conventillos’ denilen ortak pansiyon alanlarına, ve oradan da orta ve yüksek sınıf Arjantin evlerinin içine kadar yürüdü, yürüdü, yürüdü… Ne var ki hãla, ancak gizlilik içinde ilgi duyulabilirdi, utanç verici ve günahkãrdı… Taa ki bir sonraki durağı olan Avrupa’ya sıçrayıp, Paris, Londra ve New York’ta zenginler tarafından cilalanıp, oradan tekrar
Arjantin’e geri dönünceye kadar…
Arjantinli kadın yazar M.E.Savigliano’nun dediği gibi;
“Tangonun Paris’teki üsluplaştırılmasıyla, ‘saygın’ kadınların o zamana
kadar edepsiz kabul edilen bir dansı yapmaya başlamaları, tangonun yerel
tarihinde bir dönüm noktasıdır”.
Tangonun orijinine atıfta bulunan müzik tarihçisi Carlos Vega’nın şu sözleri de, tangonun doğasını kabul etmekte zorlananlara adeta tek cümlelik bir yanıt niteliğinde:
“Tangoda kucaklaşmak bir lüks değildir. Tango kucaklaşmasını eleştirenler,
tangoyu lüksle tanıştıranlardır…”