Buenos Aires, Paris, Tango

0
216

Bir kent düşünün ki, adı ‘İyi Havalar’ olsun: Buenos Aires. Sakinlerine, ne hikmetse, Buenos Aires’li
falan değil, dişilerse ‘Portenyas’, erkeklerse ‘Portenyos’ densin. Buenos Aires, Portenyas, Portenyos
sözcüklerini yan yana getirin, başka hiçbir şeycikler eklemeyin, yine de şiir olmadı mı sizce? Peki ya
şiirimize devam edersek ve “Buenos Aires, Portenyas, Portenyos, Tango y Paris,” dersek, oldu mu
size bir menkıbe?

‘Menkıbe’ sözcüğü, köşe komşumun hoşuna gitmeyebilir. Ancak biri güney yerkürenin ucundaki
Buenos Aires, diğeri kuzey yerkürenin yüreği Paris arasında ibrişimler ören Tango’nun romantik
yolculuğunu anlattığım zaman bana hak verecektir.

19. yüzyıl sonlarında Buenos Aires’in varoşlarında doğan, kadınları ve erkekleri birbirine dolaşmış
adımların çekiminde eriten bu müzik ve dansın ateşi, 20.yüzyılın başında yanar bir göktaşı gibi düştü
Paris’e. Tango, Fransa’ya elbette ki dünyaya açılan en büyük limanı Marsilya’dan girmişti. Efsaneye
göre, 1906 yılında Marsilya’da duraklayan Arjantin okul gemisi Sarmiento’nun çiçeği burnunda subay
öğrencileri Fransız limanında ilk tango nağmelerini çınlattılar ve arkalarında, La Morocha (Esmer) ile
El Choclo (Mısır Püskülü) adlı tangoların partisyonlarını bıraktılar.

Tangonun, Fransız salonlarında zirveye ulaştığı yıl, 1913 oldu. Birinci Dünya Savaşı kapıdaydı ve
herkes barut kokusunu içine çekiyor, bir gün sonra her şeyin yitirileceği çılgınlığıyla yaşıyordu. Paris
geceleri, ‘Tango Konferansı’, ‘Tango Sergisi’, ‘Tango Çay’, ‘Tango Şampanya’, ‘Tango Çikolata’
adlarıyla düzenlenmeye başladı. Artık ‘Tango’ isimli kokteyli içiyordu herkes. Bu kokteyl bir muzun
üstüne dökülüp servis yapıldığı zaman ‘Banana Tango’ya dönüşen tatlıyı, bugün bile sipariş
edebilirsiniz kimi Paris barlarında. Parislileri eğlence ve kumarhane kenti Deauville’e taşıyan çufçufa
bile ‘Tango Tren’ adı takılmıştı. Kadınları daha ince gösteren korseler tongoydu, ufacık dantelli
külotlar tangoydu. Ve Paris modası, Buenos Aires varoşlarından gelen halk dansına, aristokratik
armasını ünlü terzi Paul Poiret’nin yarattığı iki yanı yırtmaçlı eteklikle bastı. Artık beşiğinde ve tüm
dünyada tango, bu eteklerle dans edilmesi gereken bir tören haline gelmişti.

Hele ‘tango’ rengi denilen bir tür turuncu kumaştan dikildiği zaman. Annelerimizin ‘Tokalon’ kremlerini
anımsayanlar var mıdır? Bu kremleri imal eden kozmetik firmasının çıkardığı yeni koku, 1913 yılında
‘Tokalon Tong: Tango’nun büyüsünü bu parfümde bulacaksınız!’ reklamıyla tanıtılıyordu.

Fransız Başbakanı George Clemenceau hayretle soruyordu: “Tango dansı niye yatay yapılmıyor?”

Kontes Melanie de Pourtales de aynı fikirdeydi: “Gerçekten ayakta mı dans edilmesi gerekiyor?”

Ve tango, aynı yılın nisan ayında politikaya giriyor, Cumhurbaşkanı Raymond Poincare’nin bir baloyu
eşiyle birlikte tango yaparak açmasından sonra devlet adamları, gazetecilere dans ederken poz
vermek için yarışıyorlardı. Ve 1914 yılında, ‘Tango Seçimler’ adıyla çıkan mizah dergisi,
politikacıların seçim propagandalarını, Arjantin deyimi ‘Yaşam bir tangodur’ sözüyle alaya alıyordu.
Yaşam, ister Arjantinli, ister Fransız olsun pek çok dünya ülkesi ve insanı için hâlâ ‘tango.’ Türkiye’yi
düşünüyorum da. Biz de epeyce etkilenmişiz tango müziği ve dansından. Ama yaşamımızın tango
olduğu söylenebilir mi? Yoksa ‘Mehter Marşı’ mı uygun düşüyor hâlâ?

MİNE KIRIKKANAT

Radikal Gazetesi -28.02.1999