Benimle Bir Tango Yapar Mısınız?

0
273

Saat gecenin on biri. Yabancı bir kentin ortasında, binlerce kişiyle yalnızım. Puerta del Sol. Madrid’in
Güneş Kapısı. Sevilla Sokağı, Andaluz Lokantası, Malaga Şarküteri, kantar gibi domuz burunlarının
tavanlardan sarktığı ‘Jambon Müzesi’.

Hep saçı sakalı ağarmış, dişi dökük, derisi pörsük erkek milleti kızlara sahiplenecek değil
ya;gencecik filinta gibi bir delikanlı, oldukça geçkin, haylice yorgun, ama ‘bir’ kadını tutkuyla, istekle
öpüyor yaşlı laternacının yanı başında.

Laternacının gözleri görüyor, ama görmez gibi. Çenesi çok söylenmiş sözlere pişman, içine
gömülmüş. Bu laternalara, ‘Barbaristan Orgu’ deniyor Frenkçede.

Hiç böyle eskisini, ufağını görmemiştim. Yeryer boyası dökülmüş, mavi çiçekli kutusu üzre mızraklar
saplı boğa resimleri yapışık. Yapma be laternacı, sen de mi boğacısın? Bilmez misin kasap, cellat ve
işkencecilerin her uykuda kan düşleriyle boğulduklarını?

Cumartesi. Gece yarısı. Ne çok insan var sokaklarda. Çoluk çocuk, evli, âşık bu yıl hiç gelmeyen
kıştan çaldıkları bir bahar akşamını daha sokakta yaşıyorlar. Tetuan Sokağı’nın bitiminde yapılardan
biri pembeye boyalı. Yanıp sönen neonlarla ‘Arjantin Geceleri’ yazıyor üstünde. Kapısında bir gişe,
önünde uzayıp giden kuyruk. Hepsi belli bir yaşın üzerinde ev kadınları, orta yaşlı ev erkekleri. Gece
oturmasına gider gibi süslenip püslenmişler.

Gişenin açılmasını bekliyorlar. Kadınlar, üçüncü çocuktan sonra hafif kilolu. Sebze ayıklamaktan
hışır eller, özenle ojelenmiş küt tırnaklar göbeklere devşirilmiş. Biraz sıkan rugan pabuçların bir
birine, bir ötekine abanılmakta. Erkekler de iki dirhem bir çekirdek. Mintan kolalı, yelek, ceket ütülü.

Yılların sayısı çoğaldıkça saç milletinden arta kalanlar, tek tek cilalanıp parlatılmış. Hepsi karı koca
değil, çoğu tek başına hatta. Neyin nesi bu gişeli biletli, üçüncü yaş eğlencesi? Toplulukla pek
ilgilendiğimi gören bir ‘babalık’ kuyruktan çıkıp yanıma yaklaşıyor: ‘Quieres Bailar el Tango?’
Anlaşıldı! Elma, küüt, Evreka, Latin dans lokallerinden biri bu. Tango, samba, rumba oynanıyor;
geçkince kadınlar, geçkince erkeklerle nostaljik figürler yapıyorlar. Bana eşlik etmeyi öneren
babalığa bakıyorum, içimden hem gülmek geliyor, hem de hayranlık duyuyorum sevimli rahatlığına.
Uzun boylu değilimdir, ama bizim babalık çeneme anca yetişiyor. Şirin gülüşünün sergilediği üst
çenesinde iki diş eksik. Kalanlar da tütünden sararmış. Yaş 65’e doğru tırıs, ama yaşam umudu gani.
Ses, pamuk tıkalı borazan dütü veriyor. Parmaklarının arasında, güçlükle sığdırdığı bir Kanarya
(Adaları) purosu.

İspanyolların yarısı bu puro merakı yüzünden tıknefes zaten.

Can sıkıntısıyla babalığa bakıyorum, onunla da, onsuz da istemiyorum o lokali görmek. ‘Paris’te Son
Tango’ filminin son sahnelerinden biridir: Marlon Brando körkütük sarhoş, Maria’yı Paris’te böyle bir
lokalde sürükler ve tango yapmaya çalışırken pantolonu düşer. Filmin bu sahnesi bıçak gibi içime
işlemişti. Maria’nın Marlon’u, en sonunda, pantolonu düştüğü için öldürdüğüne kuşkum yok.

Babalık önerisinin çekiciliğini artırır umuduyla ekliyor: “Eş değiştiriyoruz sık sık. İçerde herkes
herkesle dans ediyor.” Gülmemek için dudaklarımı tavuk gerisi gibi
büzüp, ‘No, gracias’ diyerek hızla uzaklaşıyorum. Daha çok konuşursam, lehçemin tınısından
yabancı olduğumu anlayıp sohbeti koyultacak.

Güneş Kapısı’ndaki ‘Jambon Müzesi’nin rakibi, Arenal Caddesi’ndeki ‘Jambon Sarayı’na giriyorum.
İspanyolcada Degustacion’ deniyor bu ayakta meze atıştırıp içki içilen yerlere, Türkçesi, ‘Tadımlık’.
Ne güzel adlandırma. Herkesin kesesine göre jambon çeşidi var. ‘Jabugo’ denilenin kilosu, ister
inanın ister inanmayın, yaklaşık 140 milyon TL. Yabandomuzu değil, serbest gezen evcil, kara renkli
bir domuzun butlarından yapılıyor, eriyor insanın ağzında, eriyor. İspanyol mutfağının gerisini
boşver.

Bir bardak şarap yuvarlayıp yumuluyoruz 100 gram jabugonun üstüne; tangosuz bir Madrid gecesi
başka türlü avutulmaz.

MİNE KIRIKKANAT

Radikal Gazetesi 09.05.2001