Tango Sokağın Felsefesidir

0
240

Kimi kadınlar vardır, güzel değil özeldirler. Kalabalık bir yere girdiklerinde, yanınızdaki güzel kadını
unutursunuz, onlara takılır kalır gözleriniz. Varlıkları sinirlendirir bile  bazen. Çünkü onlar hiçbir
zaman sizin olmayacak olan, ama ah bir olsaydı,  her şeyin değişik olacağı düşlerin
kahramanlarıdırlar.

O kadınlar, yaşamın garip cilveleri içinde ezkaza, sizin erişebileceğiniz yerde dururlarsa eğer, onları
ezip yok etmeye çalışırsınız. Sizin düzeyinize inmek, sizin onları çıkardığınız hayal tahtından
düşmektir.  Yalnızca sizin gibi insan olduklarını göstermek suçunu işlemişlerdir; hakarete uğrar,
küçümsenir ve gagalanırlar. Bazen öldürürsünüz onları, ama çılgınca seversiniz.

Tango, böyle bir kadın ve erkeğin dansıdır işte. Nefret ve aşk çok ince bir çizgide çarpışırlar,
hangisinin ağır bastığı kolay anlaşılmaz. Tango deyince Arjantin gelir akla. Flamenko deyince
İspanya anımsanır. Vals, Viyana’dır biraz. Rus aşkı “kazaska”, “roc’n roll” Amerika. Türkiye, “kılıç ve
kalkan” ile bir arada anılır olmuşsa da “çayda çıra”nın güzel ülkemizi daha iyi simgelediğini
düşünürüm ben. İşte böyle, dansların da uyrukları vardır…

Tangonun anayurdu Arjantin, ama babası Fransızdı desem inanır mısınız?  İnanmazsanız, açın
Büyük Larousse’un özel adlar bölümünü Gardel’in karşısına bakın. Koreograf Maximilien Gardel’e
değil ama. “Charles ya da Carlos Gardel”in karşısında şöyle yazar: 1890 yılında Fransa’nın
Toulouse kentinde dünyaya gelen ve 1935 yılında Kolombiya’nın Medellin kentinde ölen, Fransız
asıllı Arjantinli besteci, yazar ve müzisyen. Tango dansını bütün dünyaya tanıtmıştır.

Fransızların Charles, İspanyol kökenli halkların Carlos diye andıkları Gardel, Tango’yu yoktan var
etmemiş. Küba çıkışlı “Habanera”nın Arjantinli akrabası tango dansını alıp yeniden biçimlendirmiş,
birçok müzik parçası bestelemiş üstüne ve dünyaya yayılmasını sağlamış. Lambada da öyle olmadı
mı? Brezilya dansını yine iki Fransız alıp getirdi Avrupa’ya, Paris’ten ihraç ettiler yeryüzüne.
Bu yıl Carlos Gardel’in yüzüncü doğum yılı. Tango ve Gardel her sıfattan öte ve ille Arjantin
demekse de tarihinin en kötü ekonomik krizini geçirmekte olan Arjantin’in tango ile uğraşacak hali
yok bugünlerde. Toulouse’lu babasına ve Paris’teki “Son Tango”ya rağmen bu tutkulu dans, doğrusu
Fransızlar’ın ölçülü mizacına da pek uygun sayılmaz. Dolayısıyla tangoya İspanyollar sahip
çıkıyorlar. Daha doğrusu Granada kenti ve bu güzel kente yerleşen eski bir Arjantin göçmeni
sayesinde yeniden doğuyor tango.

Granada, iki yıldır bugünlerde uluslar arası bir tango festivaline tanık olmakta. 1980 yılında kente
yerleşen Buenos Airesli Horacio Rebora, 1982 yılında “Granada Tango” adlı bir kitap yayımlamış.

Tarih boyunca üç önemli göç olmuş Granada’dan Arjantin’e. Dolayısıyla tango, Granadalılar’a
yabancı bir tutku değil. Hatta bu kentin çocuğu olan Federico Garcia Lorca, Arjantin’de Carlos
Gardel ile ahbaplık etmiş. Rebora, kitabında tangoya gönül veren ozanların şiirlerine yer vermiş.
Kimler yok ki listede… İspanyolca’nın en büyük ustaları: Garcia Lorca, Julio Cortazar, Carlos
Rodriguez, Montero ve daha niceleri. Granadalı ünlü besteci Manuel de Falla ise bir grup müzisyen
arkadaşı ile 1922 yılında bir tango yarışması bile düzenlemiş.

Yine bu kitabın yazarı Rebora  sayesinde her yıl, tangonun eski ve yeni, yaşayan tüm ustaları bir
araya geliyor; “Bu dans, yaşamın trajik anlamı” diyorlar. “Tango, üç dakikalık bir felsefedir. Sokağın
felsefesidir, ama felsefedir yine de. Bir şiir kıtası süresince bir insan yaşamı: Melankoli ve
paramparçalık, işte Tango bu.”

Çoğu Arjantin’den gelen bu profesyonel “tango tutkunları”, bu yıl Carlos Gardel’in yüzüncü
yıldönümüyle bir arada kutlanan tango festivali için önce Madrid’de ağırlandıktan sonra yine
Granada’nın yolunu tuttular.

Sahnede ir piyano, bir akordeon (Arjantin argosunda Fuelle deniyor akordeona) ve bir kontrbas.
Salon,  yarı çıplaklık gibi loş. İki dansör, Paola ve Claudio, tutkunun kıvrımlarında süzülüyorlar.
Tango festivali böyle başlıyor.

Ustalırn hepsi Tango’nun geleceği konusunda iyimser. “Tangobilimci”, piyanist ve besteci Horacio
Salgan, “Yoğun bir kişiliği vardır bu dansın” diyor, “Can çekişiyor sanırsın, çıkar gelir bir yerlerden.”
Gerçekten de öyle. Bir eski filmin akla düşmesi, bir müzik parçasının ortasındaki iki notalık bir tango
ezgisi ile o tüyler ürpertici, yarı sado, yarı mazo duygu, hepimizin içinde değil mi?

MİNE G. SAULNIER

Cumhuriyet Gazetesi 25.03.1990