Carlos Gardel, kendi adıyla birlikte bir müzik türünü de evrensel boyuta taşıyan sokak çocuğuydu…
Fransa’da, çamaşırcı bir kadının gayri- meşru çocuğu olarak doğmuş, Arjantin’e göç etmişti…
Payadoreslerin cazibesine kapıldı. Kabarelerde günün moda şarkılarını söyledi, tango da… Efsane
doğmuştu…
Afrika’da ‘şango’, Küba’da ‘habanera’, Brezilya’da ‘tango Brasiliero’, önce Arjantin’de sonra tüm
dünyada ‘Milonga’ ya da ‘tango’… Kökeni onbeşinci yüzyıl Afrika ayinlerine dek uzanan bu dans
müziğinin asıl yaratıcıları Güney İspanya çingeneleri. Arjantin’e bu yüzyıl başlarında göçeden bu
yoksul ama coşkulu topluluklar, Buenos Aires dokları çevresindeki salaş eğlence yerlerinde yoğun
erotizm yüklü, hızlı ve neşeli bir dans ve çalgı müziği biçimlendirdiler. Önceleri gitar ve flütle
seslendirilen tango, Arjantin’de bu çalgıların yerini piyano ve bandoneonun almasıyla daha
içselleştirildi, melankolik ama ritmik, karanlık ama ani ışık patlamaları içeren bir dans ezgisine
dönüştü. Arjantinli bir yazarın tanımıyla tango “Kendilerini eğlendiren dört şen bacak ve iki ciddi
yüz”den oluşuyordu.
Dramatik, genellikle sevgilisi tarafından terk edilmiş erkeğin hüzünlü öyküsünü dillendiren sözlü
tango da gene Arjantin’de doğdu. 1917’de gramofonlardan yayılan “Mi Noche Triste” adlı şarkı hem
sözlü tangoyu hem de Carlos Gardel’i üne kavuşturdu. Bir sokak çocuğu olarak geçen ilkgençliğinin
bilinmezliklerle dolu oluşu ve ani, rastlantısal ölümü de Gardel’in efsanevi bir kişilik olarak anılmasına
katkıda bulundu. Her kesimden Arjantinli için o, sıfırdan pırıltılı bir başarıya ulaşmanın simgesiydi.
Gardel’in çamaşırcı bir kadının gayrimeşru çocuğu olarak 1890’da Fransa’da, Toulouse’da doğduğu
sanılıyor. O yıllarda umudu denizaşırı ülkelerde arayan Avrupalı göçmenler arasına katılan annesi,
üç yaşındaki oğlunu da alarak Arjantin’e geliyor. Küçük göçmen, Buenos Aires sokaklarında
büyüyor. Arkadaşları arasında adı ‘El francesito’ o sıralar. Müzikle ilk tanışması sokak şarkıcılarından
duyduğu ezgiler sayesinde oluyor. Halk müziği yapan ‘payadores’ adlı bu gruplar, yoksul kenar
mahallelerde bakkal dükkânları önünde şarkılarını söylüyorlar. Onların cazibesine kapılan yeniyetme
‘El francesito’ zorlu, çileli gündelik yaşamını aşabilmek için sesinin gücüne ve duygusallığına
sığınıyor.
Yirmi yaşlarındayken bir başka şarkıcıyla profesyonel anlamda bir ikili oluşturup, kaberelerde günün
moda şarkılarını söylerken görüyoruz Carlos Gardel’i. 1913’te iki müzikçi daha katılıyor gruba.
Bunların arasındaki Uruguay asıllı şarkıcı-gitarist-besteci Jose Razzano, ötekilerin kısa süre sonra
ayrılmasıyla, Gardel’in yeni partneri oluyor. Birlikte, Ulusal Tiyatro’da ya da Armenoville gibi o yılların
saygın müzikhollerinde halk şarkıları söylüyorlar. 1915’de gruba bir gitarist daha katılıyor ve Gardel
repertuvara tangolar sokmak istiyor. Razzano karşı çıkıyor buna; o zamanlar çalgı ve dans müziği
olarak tango kösnül duyguları öne çıkaran bir tür olarak biliniyor ve genellikle aşağı sınıfların
eğlencesi sayılıyor. Razzano halk müziğinden vazgeçmiyor ve gruptan ayrılıyor.
Nihayet 1917’de bir akşam Gardel, ‘Empire’ adlı saygın müzikholde bir sözlü tango seslendirmek
cesaretini gösteriyor: Mi Noche Triste. Şarkı o akşam da, sonradan gene Gardel tarafından plağa
kaydedildiğinde de büyük ilgiyle karşılandı. Efsane doğmuştu!
Broadway’de tango…
Sözlü tangonun öncüsü olan Pascual Contursi gibi bestecilerin sayesinde, bu müzik türü gitgide
duygusal bir tarza bürünmüştü. Gardel güzel bariton sesini bu coşkusallığı iletmek yolunda iyi
kullandı. Contursi, Gardel’e üne kavuşturacağı birçok beste verdi: Bandoneon Arrabalero gibi..
Carlos Gardel bandoneonun tango şarkılarına kattığı dramatik yoğunluktan yararlanarak, düşük
tempolu bir söyleyiş yolu geliştirdi.
Söz yazarı ve besteci Alfredo le Pera ile ortaklaşa besteler de yapıyordu. ‘El Dia Que Me Quieras’,
‘Mi Buenos Aires Querido’, ‘Rubias de Nueva York’, ‘Por Una Cabeza’, ‘Recuerdo Malevo’, ‘Caminito
Soleado’ gibi besteler tüm Amerika ülklerini onunla birlikte dolaşıyordu artık.
1925’te doğduğu topraklara, Avrupa’ya, başarıyla taçlanmış olarak yeniden ayak bastı. Paris’ten
yayılan sesi tangoyu bugüne dek gelen uluslararası saygınlığına ulaştırdı. ABD’de sinemaya da el
attı. ‘Buenos Aires Işıkları’ (1931), ‘Arrabal Ezgileri’ (1932), ‘Broadway’de Tango’ (1935) ve daha
birçok filmde oynadı. Bu yüzyılın ilk süperstarlarından biri olmuştu. Yakışıklı görünümü, dudaklarının
arasındaki sigarası, şık kostümü, klas fötrleriyle kentli erkeksiliğin simgesiydi. Erkekleri
gururlandırıyor, kadınlara iç geçirtiyordu.
Durmaksızın söyledi, gittiği her yerde 78’likler kaydetti. ‘Mano a Mano’, ‘Noche Fria’, ‘Tomo y Obligo’,
‘Amor’, ‘Volver’ birbiri ardına gelen sükselerdi. Otuzlu yıllarda tango tüm dünyada en gözde şarkı
formları arasındaydı. Ayrıca her ülkede yerel temsilcilerini çıkarıyordu. O yıllarda Türkiye’de Orhan
Avşar’ın icra ettiği Latin Amerika tarzı tangonun yanı sıra, Fehmi Ege, Necip Celal, İbrahim Özgür
gibi bestecilerin yarattığı Türkçe tango gelişiyordu bu rüzgârın etkisiyle.
1935’te Gardel gene bir Güney Amerika turundaydı. Uçağı Kolombiya’da Medellin’den kalkıştan
hemen sonra düştü ve parçalandı. Bunun bir kaza olup olmadığı hep belirsiz kaldı. O yıllarda
havayolu şirketleri birbirleriyle kıyasıya rekabet halindeydiler ve bu iş sabotajlara dek varabiliyordu.
Uçaktan kimse kurtulamadı. Dostu ve beste ortağı Alfredo le Pera da ölenler arasındaydı. Buenos
Aires’deki cenaze töreninde caddeleri dolduran üzgün kalabalık Gardel’i, ulusal idollerini, son
yolculuğuna uğurladı.
Bugün bildiğimiz haliyle sözlü tango, asıl adı Charles Romuald Gardés olan bu Fransız göçmenin
öncü yorumuyla ve hemen hemen tek başına çabasının ürünü olarak beğeni ve saygınlık kazandı.
Cados Gardel’in özyaşam öyküsü ile tangonun serüveni çakışıyor: İkisi de Buenos Aires’in yoksul
sokaklarında gayrimeşru ve aşağılanmış olarak sürdürdükleri yaşamlarını yeryüzünde herkes
tarafından saygı gören bir düzeye kavuşturdular.
EMRE ÇAĞATAY
Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi 06.06.1999