Necip Celal, Suadiye Plajı’nda, Alman şarkıcı Evelin Hold ile sabaha kadar dans eder ve yeni bir beste doğar
“Sevdim bir genç kadını…”
Bazı haftalar, derken bazı günler derken bizler Necip Celal’in çalışma odasında sık sık buluşur olduk; müzik yapıyor, sohbet ediyor, ona gelen diğer sanatçı ve ünlü kişilerle tanışıyorduk. Çoğu zaman, iki kardeş arasında bile olmayan bir gönül, bir ruh beraberliğimiz olduğunu anladım. Artık o benim Necip ağabeyim, ben de onun kardeşiydim. Dertlerimizi, sevinçlerimizi dinler, hatta hatta geçmişte kalmış aşklarından söz açar, her tangosunun bir sevgi üstüne kurulduğunu anlatırdı. Sanatçının, bestecinin malzemesi de sevgi değil midir?
Bu yazı için eski yıllarda çıkmış radyo ve müzik magazin dergilerini karıştırdığımda, Necip Celal ile yapılmış söyleşilerde görmemesine rağmen, sanki gören bir insan gibi harekete ettiğinden, geniş bir kültüre sahip olduğundan, başta Almanca olmak üzere birkaç lisanı çok iyi konuştuğundan, keman, piyano, mandolin, banço, akordeon gibi sazları ustalıkla çaldığından söz ediliyor.
Evet, Necip Celal’i anlatmak çok güç, çok yakın olduğum için bu güçlüğü daha da iyi anlıyorum. Onun karanlık dünyası kendisi için hiç önemli değildi. Pırıl pırıl, aydınlık bir dünyası vardı ki gören insanlarda bile aç bulunur. Tasavvufta “gönül gözü” diye bir deyim vardır; işte onun gönül gözü açıktı. Gene eski bir dergiden A. Vedat Akın’ın yazısından şu satırları aktaralım:
“Onun ıstırabının derinliğini hissedebilmek için gözlerimi kapıyorum. Karanlık içersindeyim. Yarım dakika bile buna tahammül edemiyorum… Necip Celal ne büyük bir insan ki bu duruma isyan etmiyor ve hayatından şikayetçi olmuyor.Çünkü o, büyük bir bestekar olduğu kadar Allah’ına da inanan bir insandır. Onun için her şey Allah tarafından verilir ve verilen şeyin geri alınması sadece ve sadece onundur…”
Çok modern, güzel giyinen, sağlığına dikkat eden, yazın başlayıp kasım ayı ortalarına kadar deniz banyolarının ihmal etmeyen, sigara hele hele hiç içki içmeyen, ayrıca “Yeşilay Cemiyeti” üyesi olan, ramazanda oruç tutan, fırsat buldukça namaz kılan, velhasıl her haliyle mükemmel bir insandı Necip Celal Andel.
Bir gün gittiğimde “Nedim, terzime provaya gidelim” dedi. Çıktık, Sultanhamam’da bir handaki terzisine gittik. Yolda, “Provada kusurlar görürsen bana söyle” dedi. Bana bir şey söylemeye fırsat kalmadı ki. Elleriyle elbiseyi şöyle bir yokladı, “Şurasında pot yapıyor, burası şöyle olmuş, düzeltirsin” diyerek terziye ne yapacağını tarif etti. Ben bakakaldım… İşte böyle komple bir insandı.
Çevresi genişti
Çok tanıdığı ve tanıyanı vardı, zaten ünlü bir kişiydi. Onunla gezdiğimiz günler, sayesinde çok insan tanıdım. Babasının öğrencisi olan Ord. Prof. ve o yılların İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ı tanıdım, İdealtepe’deki evinde beraber yemek yedik, uzun sohbetlerine katıldım, gene orada Roma hukuku profesörü Ziya Umur’u tanıdım, zengin opera koleksiyonundan çeşitli solistler dinledik, müzik üzerine uzun söyleşilerimiz oldu. Ziya Umur’la hala görüşürüz. Ve daha birçok ünlü kişiyi onun sayesinde daha öğrenciyken tanıdım.
Necip Celal’in gönül gözü açıktı demiştim. Bu sayede olacak, insanları çok iyi tanırdı. Sevdiğini bütün içtenliği ile sever, kırıldığı zaman da bir daha o kişinin adının dahi anmazdı. Onu anlatmak için çok güç dedim ya. Necip Celal’i tanımak için beraber çalışmak, sohbetlerine katılmak, günlerinizi onunla paylaşmak gerekti.
Babası hukuk profesörü Mehmet Celaleddin Bey, çok güzel kanun çalarmış. O zamanki deyimle adliye nazırlığı ve şürayı devlet reisliği yapmış. Ticaret Kanunu’nun da yapıcısı imiş. Aynı zamanda Fenerbahçe Kulübü’nün de kurucularındanmış. Bu yüzden olacak, Necip Celal koyu bir Fenerbahçeliydi. Radyodan maçları dikkatle dinler, sonra dostlarına nasıl oynadıklarını, nasıl penaltı attıklarını, maçı görmüşçesine anlatır, kritiğini yapardı.
Her yanda karanlık
Onu anlatmaya galiba satırlar yetmeyecek, iyisi mi gelin biz gene tangoya dönelim. Necip Celal’in 50 yıllık ömründe bestelediği 11 tangosu vardır. Bunların hiçbiri diğerine benzemez. Para kazanmak endişesiyle piyasada çalışmadığı için dinleyicinin istekleri doğrultusunda beste yapmak zorunda kalmamış, kendi duyuşlarını rahatça kullanma olanağına sahip olmuştur.
İkinci tangosu olan “Ayrılık” şu sözlerle başlar: “Ne kadar dertliyim bir bilsen, acımıyor musun sen/ Hasretin kalbimi neden yorsun, gelmiyor musun gelmiyor musun.” Ve ikinci küplede şu sözler onun artık görmeyen dünyasının en içten anlatımıdır: “Karanlık sardı her yeri, kaldır şu perdeleri/ Sen y oksun diye güneş de söndü, odam zindana döndü…”
Sözleri de kendisine ait olan bu tangosunun müziği ise 19-20 yaşındaki bir besteci için olağanüstüdür. Bu tango 1932 yılında Avusturya’nın ünlü dans orkestrası şefi Charly Gaudriot tarafından Viyana Radyosu’nda seslendirilmiş.Necip Celal’in tangolarının çoğunun sözlerini Dr. Bedri Noyan yazmıştır. Bugün bile çok ünlü “Özleyiş” isimli tangosunun sözlerini ise N. Celal ve B. Noyan imzasını taşır. “Sevdim bir genç kadını” sözleri ile başlayan “Özleyiş” nasıl doğmuş?
Gene 50’li yıllarda çıkmış bir dergiden aktaralım bu anıyı: Ünlü Alman film yıldızı Evelin Hold, İstanbul’a gelir, konserler verir ve bu arada “Mazi” isimli tangoyu söyler. Bunu bir tanıdık Necip Celal’e haber verir. Necip Celal, telefonda “Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle İstanbul’a gelsin de benim tangomu okusun” dediğinde tanıdık cevaben: “Bir Cumhuriyet Gazetesi al da oku” der. Gazeteyi okur, haber doğrudur. Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli’ne telefon eder, Evelin Hold, “Ben de sizi arıyordum, bekliyorum, gelin” der. Akşam Tokatlıyan’da buluşurlar. “Mazi”yi çok beğendiğini ve konserlerinde okuduğunu söyler, diğer bütün eserlerine de ilgi gösterir. Bilhassa gözlerinin iyileşmesi için temenni de bulunur ve Kadıköy, Hale Sineması’ndaki konserinde buluşmak üzere ayrılırlar.
Ertesi akşam “Hale” Sineması’nın bahçesindeki konsere giderler. Bahçe hınca hınç doludur. Evelin Hold, sahnede görünür, müthiş bir alkış kopar. Sırası ile Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söyler ve nihayet sıra Türkçe’ye gelir, birdenbire “Mazi” çalmaya başlar. Evelin Hold, bağırır. “Mazi, Necip Celal!!!” Şayanı hayret bir tatlılıkla söyler. Eser biter, tekrar eder, ellerini takdirde öper. Ertesi akşam Suadiye Plaj Gazinosu’nda buluşmak üzere ayrılırlar.
Suadiye Plajı
Şimdi o geceyi Necip Celal’in satırlarından aynen aktarıyorum:
“Suadiye Plajı bu akşam bana her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Hollywood muhabiri Turan Aziz ve daha birçok sevdiğim arkadaşlarım….
…. Şimdi elimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor, kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi. (İşte, sayın okurlar “Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer…” sözleri burada şekillenmeye başlıyor demek ki) Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli seranad. Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu.
Gazino tamamıyla bizim için kapatılmıştı. Dans ettik, eğlendik, bana dans ederken “Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan eksik etmeyeceğim” dedi.
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden coşup gelen birtakım sesler var, Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordeonu elime alarak “Ayrılık”ı çaldım.
İşte o esnada bana, üzerine çok samimi yazılmış birkaç satırla beraber bana güzel bir resmini verdi (Bu resim Necip Celal’in çalışma odasında asılı dururdu), teşekkür ettim ve gayri ihtiyari dedim ki:
“Bu gece, bana birçok şeyler ilham etti. Kafamın içinde dolaşan bir melodi var, yeni bir kompozisyon olacak. Müsaade ediniz, bunu size ithaf edeceğim.”
Her zamanki gibi kibar, sevimli tavrı ile bu ithafın kendisini çok sevindireceğini söyledi.
Sabaha kadar dans
Ve tekrar dans etmeye başladık. Ona, “Ne olur bu gece hiç bitmese” dedim. O sırada plajın saati 3’ü çalıyordu. Ertesi günü memleketine dönecek olan bu güzel artiste iyi bir seyahat temenni ederek bizleri unutmamasını söyledim.
“Siz de bizi” cevabını verdi. Ve ayrıldık. O akşam ağabeyimin Erenköy’deki köşkünde kalacaktım, yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Zihnim hep o melodi ile meşgul. Öylece pencerenin kenarına oturdum; dışarıda öten yaz böcekleri, uzaktan gelen kurbağa sesleri, ara sıra karşımızdaki köşklerin sık ağaçları arasında öten tek bir bülbül var.
Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu.
Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım.
Bu bir irticaldi, işte o irticalden bugünkü “Özleyiş” doğmuştur. Hem de tam manasıyla bir özleyiş.
Sevdim Bir Genç Kadını
Notayı kendisine gönderdim. Verdiği cevapta teşekkür ediyor ve bu eseri hayatının en güzel hatırası olarak saklayacağını söylüyordu.”
İşte, Necip Celal’in anlatımından “Özleyiş” tangosunun nasıl doğduğu.
“Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını/ Her şey beni ona bağlar, kalbim durmadan ağlar/ Gitti o dönmeyecek, aşkım hiç sönmeyecek/ Uzun yıllar geçse bile, yaşarım hayaliyle/ Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer/ Bu sesimle ona ersem dünyaya değer/ Ne yazık ki deniz engin şu ufuklar ölgün/ Bin elemle doğuyor her yeni gün/ Yarın olsun, yarın olsun diye renkler soluyor/ Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor/ Bu karanlık günün elbet gelecektir sonu, kalbim özlüyor onu…”
Necip Celal’in birçok tangosunun sözlerinde karanlık, gece, renklerin solmasına sözcüklerine sıkca
rastlanır.
NEDİM ERAĞAN
Cumhuriyet Gazetesi 29.10.1990